Merhaba sevgili gezginler! Bugün sizi, İç Anadolu’nun gizemli ve dokunulmamış köşelerinden birine, Kırşehir’e doğru bir maceraya çıkarmak istiyorum. Burası, bozkırın ortasında saklı kalmış, adeta Neşet Baba gibi mütevazı ama bir o kadar da onurlu bir şehir. Tarih kokan sokakları, binlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapmış yapıları ve derin felsefesiyle beni kendine hayran bıraktı.
Kırşehir, sadece bir şehir değil, aynı zamanda Ahilik geleneğinin doğduğu ve hâlâ yaşatılmaya çalışıldığı kadim bir merkez. Ne yazık ki, kentsel dönüşüm rüzgarları burayı da sarmış durumda. Eski mahalleler, tek katlı bahçeli evler bir bir yok oluyor. Eğer bu otantik havayı solumak isterseniz, bence hiç vakit kaybetmeyin!
Kırşehir: Bozkırın Kalbinde Saklı Bir Hazinenin Peşinde
Ankara’dan yola çıktığımda, Neşet Ertaş’ın o eşsiz sesi bana eşlik ediyordu. Dümdüz yolda ilerlerken, 3 saat sonra kendimi tamamen farklı bir dünyada buldum. Kırşehir, Roma döneminde “su şehri” anlamına gelen Makissos adını taşımış. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesiyle, bozkırda olması sebebiyle “Kırşehir” adını almış. Özellikle 13. yüzyıldaki Moğol istilasına karşı, Horasan Erenlerinin bu topraklarda Türklüğün kök salmasında ne denli önemli rol oynadığını düşündüğümde, şehrin her taşında ayrı bir hikâye fısıldadığını hissettim.
Şehre vardığımda, önce kendime merkezde küçük, otantik bir esnaf lokantası buldum. Burada yöresel lezzetlerle karnımı doyurduktan sonra, Selçuklular döneminden kalma eserleri keşfe çıktım. İsterseniz, benim gibi bir günde ana noktaları gezebilir ya da geceyi şehrin termal otellerinden birinde geçirip ruhunuzu dinlendirebilirsiniz. Bu tamamen size kalmış!
Zamana Meydan Okuyan Yapılar: Selçuklu’nun Büyüleyici İzleri Kırşehir’de Neler Gördüm?
Kırşehir merkezini yürüyerek rahatlıkla keşfedebilirsiniz. Ben de aracımı park ettikten sonra kendimi 13. yüzyıla ışınlanmış gibi hissettim. İşte beni en çok etkileyen duraklar:
Cacabey Gökbilim Medresesi: Gökyüzüne Açılan İlk Pencere
- Kırşehir gezilecek yerler listemin başında kesinlikle Cacabey Medresesi yer alıyor. 13. yüzyıldan kalma bu yapı, sadece bir medrese değil, aynı zamanda bir cami ve rasathane olarak da hizmet vermiş eşsiz bir astronomi okulu!
- Vali Cacabey tarafından 1272 yılında kurulan bu medresenin giriş kapısı, iki renkli taş işçiliğiyle o kadar görkemli ki, karşısında dakikalarca durdum.
- Dış duvarlarındaki sütun benzeri, adeta roket fırlatılışını simgeleyen taş oymalar ve sarmal sütunlardan sarkan güneş ile ayı temsil ettiği düşünülen küresel taşlar… Gerçekten akıl almaz bir sanat ve bilim harikası!
- Kitabelerinde Kur’an ayetleri ile birlikte esnafın vergi yükümlülüğünün kaldırılmasına dair metinler olması, dönemin sosyal yapısı hakkında da bilgi veriyordu.
- “Cıncıklı Minare” olarak bilinen zikzaklı süslemeli minaresi ise adeta bir gözlem kulesi gibi göğe uzanıyordu.
- İç avlusundaki mermer havuz ve üzerindeki cam kubbe… Geceleri yıldızların hareketlerini izlemek için kullanıldığına ve dünyadaki ilk aynalı teleskop olduğuna dair iddialar tüylerimi diken diken etti.
Lale Cami ve Melikgazi Kümbeti: Tarihin Sessiz Tanıkları
Cacabey Medresesi’nden sonra yoluma devam ettim. Merkezi bir noktada konumlanan Lale Cami, kitabesi olmasa da mimari tarzıyla 13. yüzyılın izlerini taşıyor. Hemen yanında, küçük bir meydanın ortasında yükselen Melikgazi Kümbeti ise dikkatimi çekti. Uzay roketi ya da bir Türk çadırını andıran bu sekizgen yapı, Anadolu Selçuklu mimarisinin tüm zarafetini taşıyor. Kare bir kaide üzerine oturmuş, külah biçimli üst kısmı ve üçgen motiflerle birleşen sekizgen yapısı, beni adeta başka bir boyuta taşıdı.
Kalehöyük: Şehrin Panoramik Gözcüsü
Taş merdivenleri tırmanarak çıktığım Kalehöyük’ten, tüm Kırşehir ayaklarımın altındaydı. Burası M.Ö. 3000’den günümüze kadar yerleşimin olduğu bir alanmış. Selçuklu döneminde inşa edilen Alaaddin Camisi’nin kalıntıları üzerinde yükselen bu höyük, biraz bakımsız olsa da, ağaçların altındaki ahşap banklarda oturup şehrin tarihini tepeden izlemek gerçekten huzur vericiydi.
Ahilik Felsefesinin Doğduğu Topraklar: Ahi Evran’ın İzinde
Kırşehir’in kalbinde atan bir başka önemli durak ise Ahi Evran Türbesi. Yeni yapılmış duvarların arasından yürüyerek, büyük bir meydanın ortasındaki kesme taştan yapılmış Ahi Evran Cami ve Türbesi’ne ulaştım. Beyaz mermerden zarif kapıdan içeri girdiğimde, kalem işi kemerleri ve tavan motifleriyle aydınlık, ferah bir avlu beni karşıladı.
Ahi Evran (1171-1264), Horasan’dan gelerek 1206 yılında Kırşehir’e yerleşmiş ve burada Ahilik teşkilatını kurmuş. Dericilikten kuyumculuğa, şairlikten tabipliğe kadar 32 farklı mesleğin piri ve lideri olmuş. Ahilik, sadece bir esnaf birliği değil, aynı zamanda üretim standartları belirleyen, meslek içi yükselme kuralları koyan ve esnaf ilişkilerini düzenleyen kapsamlı bir ekonomik ve sosyal sistemmiş. Osmanlı’nın temellerinde bu felsefenin ne denli büyük rol oynadığını görmek hayranlık uyandırıcı.
Ahiliğin anayasası Fütüvvetnameler’de şöyle yazarmış: Ahi kişinin eli, kapısı, sofrası açık; gözü, beli, dili kapalı olmalıymış. Bu felsefe, günümüzde bile ne kadar da anlamlı ve yol gösterici değil mi?
Şehrin Sakin Köşeleri: Aşık Paşa ve Bozkırın Tezenesiyle Vedalaşırken
Şehir merkezinin biraz dışına çıktığımda, Ankara-Kayseri yolu üzerinde bakımlı bir bahçe içinde Aşık Paşa Türbesi’ni ziyaret ettim. 1333 yılında tamamı beyaz kesme mermerden yapılmış bu türbe, Kırgız çadırına benzeyen kubbesi ve ince uzun taç kapısıyla Eratna beyliğine özgü eşsiz bir mimariyi temsil ediyor. Giriş kapısındaki tıp rozetini andıran bordür ve istiridye şeklindeki niş, türbeye ayrı bir zarafet katmış.
Aşık Paşa (1272-1333), Kırşehir’in yetiştirdiği önemli bir halk ozanı ve mutasavvıf. 12.000 beyitlik “Garib-name” eseriyle, halka tasavvufu sevdirmeyi amaçlamış. Onun eserlerindeki derinliği ve Türkçenin sadeliğini düşündüğümde, Anadolu’nun kültür mirasçılarına bir kez daha hayran kaldım.
Neşet Ertaş Anıt Mezarı: Bozkırın Tezenesiyle Son Vedalaşma
Kırşehir’e gelip de Neşet Ertaş’ın mezarını ziyaret etmeden dönmek olmazdı. Babası Muharrem Ertaş’ın mezarının hemen ayak ucunda, siyah mermerden yapılmış mütevazı mezar taşı ve gülen yüzünün resmi… Hüzünlenmemek elde değil. Kısa süre önce izlediğim Neşe Dert Aşk oyunundan bir sahne geldi aklıma: Genç Neşet’in sevdiği kıza kavuşamayışı ve kendi düğününde çalmaya mecbur kalışı… O acı dolu hikâye, burada daha da derinden hissedildi.
Şimdi baba ve oğul, Kırşehir’i yüksekten seyrediyorlar, yaşamın sırrını çözmüş, gönül tellerini susturmuş olarak…
“İşte geldim işte gittim
Güz çiçeği gibi bittim
Yalan dünyada ne iş tuttum
Ömrüceğim geçti gitti”
— Halk Ozanı Muharrem Ertaş (mezar taşından)
Ceren’den Kırşehir Gezi İpuçları
- Vakit Kaybetmeyin: Şehirdeki kentsel dönüşüm hızla ilerliyor. Otantik mahalleleri ve tek katlı evleri görmek için çok gecikmeyin.
- Termal Keyifler: Eğer bir gece konaklamayı düşünüyorsanız, şehir içindeki temiz ve ekonomik termal otelleri veya şehrin biraz dışındaki, manzarası harika olan beş yıldızlı konforlu oteli tercih edebilirsiniz. Ben ilk kez konaklayacaksanız, yeni olanı tavsiye ederim!
- Neşet Baba Dinleyin: Ankara’dan gelirken arabada Neşet Ertaş CD’si dinlemek, Kırşehir’in ruhunu daha yolda hissetmenizi sağlayacak!
- Yürüyerek Keşfedin: Şehir merkezi oldukça küçük. Aracınızı uygun bir yere park ettikten sonra, Ahi Evran, Cacabey Medresesi ve Lale Cami gibi yerleri yürüyerek rahatlıkla gezebilirsiniz.
- Yerel Esnafı Destekleyin: Küçük bir esnaf lokantasında yöresel yemekleri tadın. Ahilik ruhunu anlamak için yerel zanaatkarlarla sohbet etmek gibisi yoktur.
Kırşehir, bana sadece tarihi yapılar değil, aynı zamanda derin bir felsefe ve Anadolu’nun eşsiz insan ruhunu da sundu. Burası, kalabalık şehirlerin gürültüsünden uzaklaşıp, ruhunuzu dinlendirebileceğiniz, tarihin ve kültürün derinliklerine inebileceğiniz özel bir köşe. Siz de benim gibi bu zamansız şehri keşfetmek isterseniz, bavulunuzu hazırlayın!
Siz Kırşehir’i ziyaret ettiniz mi? En çok hangi yönü sizi etkiledi? Yorumlarda benimle ve diğer gezginlerle paylaşmayı unutmayın!
