Merhaba sevgili gezi tutkunları! Madrid, benim için sadece meydanları, parkları ve hareketli sokaklarıyla yaşayan bir şehir değil, aynı zamanda ruhumu doyuran bir Müzeler Diyarı oldu. Eğer siz de benim gibi kültür ve sanatın peşinde koşanlardansanız, İspanya’nın bu eşsiz başkenti size tahmininizden çok daha fazlasını sunuyor.
Madrid’deki ikinci günümüzde, sanatın kalbine doğru bir yolculuğa çıktık ve şehrin en önemli müzelerinden ikisi, yani Prado Müzesi ve Reina Sofia Müzesi’ni ziyaret ettim. Dünya çapında birer hazine olan bu iki müzede, adeta bir zaman yolculuğuna çıktık. Gelin, bu muhteşem deneyimi hep birlikte yaşayalım!
Madrid’in Sanat Dolu Kalbi: Bir Müzeler Diyarı Keşfi
Adım Adım Prado: Dünyanın En Özel Koleksiyonlarından Birine Yolculuk
Prado Müzesi, Madrid’in kesinlikle görülmesi gerekenler listesinin başında yer alıyor ve benim için dünyanın sayılı müzeleri arasında özel bir konuma sahip. Neoklasik tarzıyla sizi daha dışarıdan büyüleyen bu tarihi bina, içeride sergilenen paha biçilmez eserlerle tam bir görsel şölen sunuyor.
Peki, Prado’ya nasıl ulaşılır ve nasıl bir yol izledim?
- Gran Via’dan doğu yönünde ilerleyip Cibeles Meydanı’na vardığımda, Paseo Del Prado’ya döndüm ve müzeyi kolayca buldum.
- Metro kullanmayı tercih ederseniz, Banco de Espana veya Atocha metro istasyonlarından rahatlıkla ulaşabilirsiniz.
- Müze biletlerimizi 1 Euro farkla 15 Euro’ya online olarak önceden aldık. Bu size hem zaman kazandırıyor hem de olası sıra beklemelerinden kurtarıyor.
- Biz, ziyaret tarihimize denk gelen (31 Mayıs-11 Eylül) geçici Hieronymus Bosch sergisini de görmek istediğimiz için sabah 10.00’a rezervasyon yaptırdık. Sadece müze koleksiyonunu gezmek isterseniz saat belirlemeniz gerekmiyor, gün içinde istediğiniz saatte gidebilirsiniz.
İçeri adım attığımda, galerilerin adeta bir labirent gibi olduğunu fark ettim! Bu yüzden, hiçbir eseri kaçırmamak adına yanınıza mutlaka bir müze planı almanızı şiddetle tavsiye ederim.
Hieronymus Bosch Sergisi: Gerçeküstü Bir Vizyon
Müze ziyaretime, giriş katında yer alan Hollandalı erken Rönesans dönemi ressamı Hieronymus Bosch’un geçici sergisiyle başladım. Daha önce hakkında pek bilgim olmayan bu ressam, yaşadığı döneme göre resimlerinde kullandığı gerçeküstü imgeler ve yaratıcı zekasıyla beni gerçekten şaşırttı.
En karmaşık, esrarengiz ve bir o kadar da ünlü eseri olan “The Garden of Earthly Delights Triptych – Dünyevi Zevkler Bahçesi (1500-1505)”, Salvador Dali’yi çağrıştırdı ve Dali’nin ondan ilham almış olabileceğini düşündürdü. Üç panelden oluşan bu altar resminde; ilk panelde cennet, ikinci panelde dünya ve üçüncü panelde cehennem tasvir edilmiş. Ressamın cehennem bölümüne kendi portresini bile yerleştirmesi, beni hayran bıraktı.
Bosch’un sanat eleştirmenlerince hala gizemini koruyan bir ressam olması, eserlerinin her bir detayını daha da ilginç kılıyor. Sergiye damga vuran bir diğer eser ise ortasında “Dikkat dikkat, Tanrı seni gözlüyor” yazısının bulunduğu bir göz ve etrafında yedi ölümcül günahın betimlendiği “The Tabletop of the Seven Deadly Sins – Yedi Ölümcül Günah (1480)” tablosuydu.
Bosch’un tüm eserlerini bir arada görmek benim için paha biçilemez bir fırsat oldu, zira sanatçının en fazla eseri Prado Müzesi’nde bulunuyor. Maalesef müze içerisinde fotoğraf çekimine izin verilmiyor, bu yüzden bu güzellikleri hafızanıza kazımanız veya çıkışta müze mağazasından edineceğiniz rehberlerden faydalanmanız gerekiyor.
Prado Koleksiyonu: Başyapıtların Dansı
Prado Müzesi, Kuzey Rönesans sanatının yanı sıra, İspanyol ve İtalyan ustaların da önemli eserlerine ev sahipliği yapıyor. Bosch, Rubens, Titian, Raphael, Murillo, Dürer, El Greco, Caravaggio, Ribera, Rembrandt, Bruegel, Sorolla ve daha birçok değerli sanatçının imzasını taşıyan bu koleksiyon, beni büyüledi.
Koleksiyondan beni en çok etkileyenlerden bazıları:
- Rogier Vander Weyden’in “The Descent from the Cross – Çarmıhtan İndiriliş (1435)” adlı çalışması, canlı renkleri ve yüz ifadelerindeki derin hüzünle müzenin en önemli eserlerinden biri olarak kalbime kazındı.
- Caravaggio’nun ışığı ustaca kullanarak öne çıkardığı “David and Goliath – Davut ve Golyat (1600)” tablosu, her bakışımda beni farklı bir hikayeye sürüklüyor.
- Titian’ın “Equestrian Portrait of Charles V at Mühlberg – V. Charles’ın Atlı Portresi (1548)”, sanat tarihindeki en önemli portreler arasında gösteriliyor ve o ihtişamlı duruşuyla beni adeta zamanda geriye götürdü.
Diego Velázquez ve Francisco Goya: İspanyol Dehaları
Prado Müzesi’nin kuşkusuz en parlak yıldızları, İspanyol resim sanatının iki dev ismi: Diego Velázquez ve Francisco Goya. Bu iki isme ayrı bir paragraf açmadan geçemem.
Diego Velázquez (1599-1660), saray ressamı olmasına rağmen eserlerinde abartıdan uzak durması ve doğallığı tercih etmesiyle “Gerçeğin Ressamı” lakabını kazanmış. Onun “Las Meninas (Nedimeler, 1656)” adlı eseri, Prado’daki en önemli eser olarak kabul ediliyor ve beni resmen büyüledi. Üç boyutlu yapılan ilk resimlerden biri olması, o dönem için çığır açıcı bir yenilik! Hatta Pablo Picasso bile bu eserden o kadar etkilenmiş ki, kübik tarzda 58 resimlik bir Las Meninas koleksiyonu oluşturmuş. Barselona’daki Picasso Müzesi’nde bu seriyi gördüğümde, Velázquez’in dehasını bir kez daha anlamıştım.
Velázquez’in bir diğer başyapıtı olan “The Surrender of Breda – Breda’nın Teslim Edilişi (1634-1635)”, Hollandalı General Justin of Nassau’nun Breda şehrini İspanyol güçlerine teslim etmesini o kadar doğal ve gerçekçi bir atmosferde anlatıyor ki, adeta o anın bir parçası oluyorsunuz.
Francisco Goya (1746-1828) ise Picasso’nun da en çok etkilendiği, toplumsal bilince sahip ilk ressam olarak benim için özel bir yere sahip. Saray ressamlığından, Fransızların sivilleri katletmesinden etkilenerek toplumsal resimler yapmaya kadar, çalkantılı yaşamı resimlerine de yansımış. Goya’nın “Sağır’ın Evi”nde inzivaya çekildiği dönemde yaptığı, soyut ve depresif “Karanlık Resimler”i, Prado Müzesi’nde ayrı bir bölümde sergileniyor. Özellikle “Oğlunu Yiyen Satürn (1819-1823)” tablosu, iktidar hırsının insanı nasıl vahşileştirebildiğini o kadar çarpıcı bir şekilde anlatıyor ki, tüylerim diken diken oldu. Aynı konuda Rubens’e ait bir tabloyu da yan yana görmek, sanatçıların farklı yorumlarını kıyaslama imkanı sunuyor.
Goya’nın ikonik eserleri “Çıplak Maya” ve “Giyinik Maya” resimleri müzede yan yana sergileniyor. Engizisyon döneminde çıplak kadın resimlerinin yasaklandığı bir zamanda bu eserleri yapması, Goya’nın cesaretini gösteriyor. Şahsen sanatsal ve estetik açıdan Çıplak Maya resmini çok daha etkileyici buldum.
Prado Müzesi’nin bahçesinde Goya’nın heykelini görmek beni düşündürdü. Ülkemizde Osman Hamdi Bey’in İstanbul Arkeoloji Müzesi önünde böyle bir heykeli olmaması beni derinden üzdü.
Giriş katıyla birlikte üç kattan oluşan bu devasa müzede tüm eserleri görebilmek için gerçekten geniş zamana ihtiyacınız var. Benim beş saatlik ziyaretimde bile göremediğim bir heykel bölümü kaldı. Ama inanın bana, sanatla çok ilgili olmasanız bile Madrid’in bu Müzeler Diyarına uğrayın ve kendinizi görsel bir şölene bırakın, asla pişman olmazsınız!
Reina Sofia: Modern Sanatın Nefes Kesen Gücü ve Guernica’nın Çağrısı
Prado’dan sonraki durağımız, modern sanatın kalbi Reina Sofia Müzesi oldu. Fotoğraf, resim, heykel, grafik gibi karma eserlerin yanı sıra video ve film gibi görsel malzemelerin de kullanıldığı bu çağdaş sanatlar müzesi, beni adeta başka bir dünyaya taşıdı. Eskiden Madrid’in ilk büyük hastanesi olan bu bina, 1978 yılında müzeye dönüştürülerek İspanya kraliçesinin adını almış.
Reina Sofia’ya ulaşım ise çok kolay:
- Atocha metro durağından rahatlıkla ulaşabilirsiniz.
- Müze Salı günleri kapalı, bu yüzden gezinizi planlarken bu detaya dikkat edin.
Müzenin en değerli eseri, şüphesiz Picasso’nun ölümsüz eseri “Guernica”! İspanya iç savaşı döneminde Franco’nun izniyle Alman orduları tarafından Guernica kasabasının bombalanmasını anlatan bu tablo, savaşın acımasızlığını o kadar etkileyici bir şekilde betimliyor ki, karşısında dakikalarca kalakaldım. Ernest Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”u nasıl savaş karşıtı edebiyatın en güzel örneğiyse, Guernica da resim sanatındaki karşılığı. Picasso’nun ülkesi özgür oluncaya kadar resminin İspanya’ya girişini yasaklaması, eserin hikayesini daha da dramatik kılıyor; 1981 yılına kadar New York Modern Sanatlar Müzesi’nde misafir olmuş.
Diğer eserlerin fotoğraflarını çekmek serbestken, Guernica’nın sergilendiği salondaki eserleri çekmek yasaktı. Ancak bu önemli eserin önündeki hayran kitlesi hiç azalmıyor, şöyle bir baş başa kalmak neredeyse imkansız. Beklediğimden çok daha büyük olan, 3,5×7,8 metre ölçülerindeki bu etkileyici resimle vedalaşmamız biraz zor oldu. Aynı odada resmin yapılış aşamalarını ve eskizlerini gösteren Dora Maar’a ait açıklamalı fotoğraf serisi de bulunuyor, bu da eseri daha derinlemesine anlamamı sağladı.
Müze koleksiyonunda yer alan diğer eserlerden özellikle Salvador Dali, Miro ve Picasso gibi İspanya’nın modern dönem sanatçılarının eserleri beni büyüledi. Francese Catala-Roca ve Gabriel Cuallado gibi fotoğraf sanatçılarının çalışmaları da modern sanata farklı bir bakış açısı sunuyordu.
Müzenin ikinci katında sergilenen Guernica’yı dünya gözüyle görmenizi hararetle öneriyorum; bu deneyim hayatınız boyunca unutamayacağınız bir anı olacak.
Ceren’den Madrid Gezi İpuçları: Sanat Keşfinizi Kolaylaştırın!
Madrid’in Müzeler Diyarını keşfederken deneyimlediğim ve size faydalı olacağını düşündüğüm birkaç kişisel tavsiyem var:
- Biletlerinizi Önceden ve Online Alın: Özellikle Prado Müzesi ve Reina Sofia Müzesi gibi popüler yerlerde uzun kuyruklardan kaçınmak için biletlerinizi online olarak ve önceden almayı unutmayın. Saatli giriş seçeneklerini değerlendirmek, kalabalık saatlerden kaçınmanıza yardımcı olabilir.
- Müze Planı Olmadan Asla! Özellikle Prado gibi labirentimsi müzelerde zaman kaybetmemek ve önemli eserleri atlamamak için girişten müze planı alın veya telefonunuza indirin. Hatta gitmeden önce hangi eserleri görmek istediğinize dair küçük bir liste yapmak, gezinizi daha verimli hale getirir.
- Zamanı İyi Yönetin ve Dinlenmeyi Unutmayın: Büyük müzeleri tam anlamıyla deneyimlemek için en az 4-5 saat ayırın. Zihin ve beden yorgunluğunu önlemek adına müze kafelerinde kısa molalar verip bir kahve içmek veya atıştırmak, keyfinizi artıracaktır.
Madrid’de Keşfedilmeyi Bekleyen Diğer Sanat Hazineleri
Eğer Madrid gezinize daha fazla zaman ayırabilir veya farklı ilgi alanlarınız varsa, bu Müzeler Diyarında keşfedebileceğiniz başka harikalar da var:
- Museo Thyssen-Bornemisza: Dünyanın en önemli özel koleksiyonları arasında yer alıyor. Özellikle izlenimci ve geç izlenimci eserlerle dolu.
- Museo Naval: İspanyol denizcilik tarihine meraklıysanız, burası sizin için bir hazine!
- Museo Sorolla: Valencia’lı ressam Joaquin Sorolla’nın yaşadığı ev müzeye dönüştürülmüş. Endülüs tarzı bahçesiyle de ilgi çekiyor.
- Museo Arqueológico Nacional: İspanya dışından Mısır, Etrüsk, Antik Yunan gibi medeniyetlere ait zengin bir koleksiyona sahip bir arkeoloji müzesi.
- Museo Nacional del Romanticismo: On dokuzuncu yüzyıl dönemi ve romantizmini yansıtan bir ev müze deneyimi sunuyor.
Lord Auebury’nin dediği gibi, “Güneşin çiçekleri renklendirmesi gibi, sanat da hayata renk verir.” Madrid’in sunduğu bu muazzam sanat ve kültür zenginliğiyle hayatınız renklensin!
Siz de Madrid gezi rehberimden ilham alarak bu şehri ziyaret etmeyi düşünür müsünüz? Ya da bu müzelerde sizin en çok etkilendiğiniz eserler hangileriydi? Yorumlarınızı ve deneyimlerinizi benimle paylaşın, yeni keşiflere hep birlikte yelken açalım!
