Merhaba sevgili gezgin dostlarım! Bu seferki rotamız, Güney Amerika’nın kalbinde, her köşesi tarih ve macera kokan bir diyar: Peru! Uzun zamandır hayallerimi süsleyen bu topraklara adım attığımda, İnka İmparatorluğu’nun gizemli ruhu beni hemen sardı. Pasifik Okyanusu’nun hırçın dalgalarından And Dağları‘nın zirvelerine, çölün kumullarından yemyeşil vadilere uzanan bu eşsiz ülkeyi gelin birlikte keşfedelim.
Peru, sadece coğrafi çeşitliliğiyle değil, aynı zamanda köklü tarihi ve zengin kültürüyle de büyüleyici bir ülke. İlk bakışta kadim İnka medeniyeti akla gelse de, bu topraklar çok daha fazlasını barındırıyor. İspanyol istilası öncesi Amerika’nın en büyük imparatorluklarından birine ev sahipliği yapmış, ardından uzun yıllar süren bir mücadeleyle bağımsızlığını kazanmış bir ülke burası. Yerel halkın sıcakkanlılığı, renkli pazarları ve nefis mutfağıyla Peru, kesinlikle bir ruh halini temsil ediyor.
Çöl ve Okyanus Arasında Bir Serüven: Ica, Paracas ve Nazca
Peru maceramızın ilk duraklarından biri olan Ica, çölle okyanusun buluştuğu eşsiz bir bölge. Lima’dan gece otobüs yolculuğuyla ulaştığım Ica, beni hemen bir tatil köyü atmosferiyle karşıladı. Ancak burası, sıradan bir tatil köyünden çok daha fazlasını vaat ediyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla kendimi Paracas Ulusal Rezervi‘nin büyüleyici atmosferinde buldum. Quechua dilinde ‘kum fırtınası’ anlamına gelen Paracas, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan, nefes kesici bir sahil çölü. Burada tekne turuna çıkarak Islas Ballestas‘ın zengin yaban hayatını yakından deneyimledim. Pelikanlar, flamingolar, Humboldt Penguenleri… Resmen denizin ortasında bir kuş cenneti!
Yarımadada ayrıca beni en çok etkileyen oluşumlardan biri de gizemli El Candelabro idi. Denizden 150 metre yükseklikteki bu devasa jeoglifin sırrı hala çözülememiş. Gemicilere yol gösteren bir işaret mi, yoksa Nazca Çizgileri gibi kadim bir mesaj mı? Bilemiyorum ama bu gizemli yapı, zihnimi epey meşgul etti.
Denizden gelen esintiyle iştahımız açılınca, öğle yemeğinde tabii ki meşhur Cebiche (Seviçe) denedim. Lime suyu ile marine edilmiş çiğ balık, taze soğan ve acı biberle servis ediliyor. Pasifik’in soğuk sularının getirdiği zengin balık çeşitliliği sayesinde, Peru gerçekten bir balık cenneti. Her lokmada tazeliği hissettim!
Pisco Deneyimi ve Huacachina Vahası’nda Adrenalin Patlaması
Yemeğin ardından Pisco‘ya geçerek Peru‘nun milli içkisiyle tanıştım. 400 yılı aşkın süredir üretilen, alkol oranı yüksek bu üzüm brendisi, farklı üzüm çeşitlerinin harmanlanmasıyla yapılıyor. Benim gibi alkole pek düşkün olmayanlar için bile Pisco Sour, mutlaka denenmesi gereken özel bir kokteyl. Yumurta akı ve tarçınla hazırlanan bu içki, damağımda eşsiz bir tat bıraktı. Ica bölgesinin ‘pisco başkenti’ olarak anılmasına şaşırmamak gerek.
Günün en heyecan verici anlarından biri ise Huacachina vahasına ulaştığımızda yaşandı. Çölün ortasında, palmiye ağaçlarıyla çevrili doğal bir göl ve küçük bir köy… Sanki bir kartpostaldan fırlamış gibiydi. Burada buggy adı verilen özel araçlara bindik. Gözlüklerimi takıp kemerimi bağladım ve ‘Mad Max’ filmindeymişim gibi hissettim! Şoförün kum tepeleri üzerinde yaptığı akrobatik hareketlerle çığlıklar atarken, bir yandan da muhteşem manzaraların tadını çıkardım. Sonra sıra sandboard‘a geldi. Ben bu seferlik izleyici kalmayı tercih ettim ama o devasa kum tepelerinden aşağı kayanları izlemek bile yeterince heyecan vericiydi.
Huacachina‘dan ayrılırken ayakkabılarımdaki ve üzerimdeki kumlardan kurtulmak bir hayli zor oldu. Eğer yolunuz düşerse, yanınıza atılacak kıyafetler ve ayakkabılar almayı sakın unutmayın!
Nazca Çizgileri’nin Gizemli Dünyası
Nazca’daki otelimize yerleştikten sonra, ertesi sabahki asıl heyecan için sabırsızlanıyordum: Nazca Çizgileri‘ni görmek! Peru‘ya gelme nedenlerimden biri de bu devasa ve gizemli jeogliflerdi. Küçük bir uçakla havalandığımızda, o geniş düzlükte belirmeye başlayan maymun, örümcek, kuş gibi hayvan figürleri ve geometrik şekiller beni adeta büyüledi. Kim tarafından, ne amaçla çizildikleri hala tam olarak çözülememiş bu eserler, yüzyıllardır sırrını koruyor.
Alman matematikçi Maria Reiche’nin ömrünü adadığı bu çizgilerin astronomik gözlemlerle, tarım takvimiyle ilişkili olduğu teorisi en yaygın olanı. Ancak Erich von Daniken gibi yazarların uzaylılarla bağlantılı olduğu iddiaları da yıllarca zihinleri kurcalamıştı. Ne olursa olsun, yağmur yağmadığı için yüzyıllardır bozulmadan kalmış bu devasa eserleri kuşbakışı görmek, insanın dünya üzerindeki yerini sorgulatıyor. Hemen yakınlardaki nekropol alanı da Nazcalılar‘ın kültürü ve yaşam tarzları hakkında ipuçları sunuyor.
Nazca’dan ayrılmak, bu gizemli diyara veda etmek anlamına geliyordu. Otobüs yolculuğumuz sırasında güvenlik önlemleri oldukça sıkıydı; çantalarımız arandı, hatta özel bir bölmede seyahat ettirildik. Ne de olsa Peru, hala sürprizlerle dolu bir ülke!
İnka Başkenti Cusco ve Nefes Kesen Machu Picchu
Lima’da geçirdiğim kısa ancak talihsiz bir hastalanma deneyiminden (arkadaşımın gıda zehirlenmesi) sonra, İnka‘ların kutsal başkenti Cusco‘ya doğru yola çıktık. And Dağları‘nın kalbinde, deniz seviyesinden 3400 metrenin üzerinde yer alan bu şehir, beni anında etkisi altına aldı. Quechua dilinde ‘göbek bağı’ anlamına gelen Cusco, gerçek anlamda İnka medeniyetinin merkeziydi. Şehrin sokakları dar, evler tek renk ama insanlar rengarenk giysileriyle tam bir görsel şölen sunuyordu. Burada hayat, sanki yavaşlatılmış bir film gibi akıyor.
Yüksekliğe adaptasyon için hemen yerlilerin ikram ettiği koka çayından içtim ve yapraklarını çiğnedim. And kültürü için kutsal olan bu bitki, yüksekliğin getirdiği halsizlik ve baş ağrısına iyi geldiği söyleniyor. Bizdeki adaçayı gibi, ama etkisi çok daha özel! Otelimizde oksijen tüpü bile bulunduruyorlar, bu da And Dağları‘nın zirvelerindeki yaşamın bir parçası.
Cusco‘dan kısa bir yolculukla Sacsayhuaman‘a ulaştık. Şehri koruyan bu devasa kale kalıntısı, İnka taş ustalığının en etkileyici örneklerinden biri. O devasa taş blokların arasına bir jilet bile sığmıyor; bu mühendislik harikası karşısında donup kaldım. Şehir merkezinde Plaza De Armas, hareketli Mercado Central ve San Pedro pazarlarında dolaşmak, yerel hayatı en yakından deneyimlememi sağladı. Hatta akşam yemeğinde Alpaka eti denedim. Dana etine benzese de, bana biraz daha sert geldi.
Ve işte, Peru gezimin doruk noktası, Machu Picchu‘ya gitme zamanı! Sabahın erken saatlerinde Poray’dan trene bindik. Urubamba Vadisi boyunca uzanan yolculuk, penceresi camdan trenle adeta bir masal diyarından geçmek gibiydi. Vadiler, köyler, mısır tarlaları ve şırıl şırıl akan dereler eşliğinde, Aguas Calientes kasabasına vardık.
Kasabadan minibüslerle yaklaşık yarım saatlik kıvrımlı bir yolla Machu Picchu‘ya tırmandık. Karşımda beliren manzara, tüm beklentilerimin üzerindeydi. 2360 metre yükseklikte, Urubamba Vadisi‘ne nazır, İspanyol istilasından korunmuş bu İnka antik şehri, insanı nefessiz bırakıyor. Yaklaşık 1000 kişiyi barındırdığı düşünülen bu şehir, tarım terasları, su kanalları, tapınakları ve astronomi gözlem noktalarıyla hala ayakta. 2007 yılında dünyanın yeni yedi harikası arasına girmesi hiç şaşırtıcı değil.
Machu Picchu‘nun yapılış amacı hala tam bir sır. Kimileri buranın kutsal bakireler için inşa edildiğine, kimileri ise önemli bir astronomi ve tarım merkezi olduğuna inanıyor. 21 Haziran’daki kış gün dönümünü kutlayan Inti Raymi festivali gibi gelenekler, İnka‘ların doğayla olan derin bağını gözler önüne seriyor. Bu muhteşem yerde adım atmak, her köşeyi keşfetmek, adeta tarihte bir yolculuk yapmak gibiydi. Burası gerçekten ‘anlatılmaz, yaşanır’ dedikleri türden bir yer!
And’ın Yükseklerinde Bir Göl Masalı: Titicaca
Machu Picchu‘nun büyüsünden sonra, Peru gezimizin son büyük durağına, efsanevi Titicaca Gölü‘ne doğru yola çıktık. Cusco‘dan Puno‘ya uzanan otobüs yolculuğumuz, And Dağları‘nın eteklerindeki köylerden, tarihi kiliselerden ve İnka kalıntılarından geçerek, adeta bir kültürel keşif rotası oldu. San Pedro Kilisesi‘nin sanat dolu duvarları ve Wiracocha Tapınağı‘nın devasa mimarisi, İnka‘ların mühendislik ve sanat anlayışının ne kadar gelişmiş olduğunu bir kez daha kanıtladı. Özellikle Raqchi‘deki imparatorluğun ambarı, tarım ve depolama teknikleriyle beni çok etkiledi.
4335 metre yükseklikteki La Raya geçidinden geçerken, çevredeki yerel halkın renkli kıyafetleri ve yanlarındaki sevimli lama, alpaka sürüsüyle fotoğraf çekmek için harika bir mola verdik. Ardından seramikleriyle ünlü Pucara şehrini gezdik. Nihayet, Titicaca Gölü kıyısındaki Puno‘ya ulaştık. 3812 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek tatlı su gölü olan Titicaca, beni dingin ve mistik bir atmosferle karşıladı. Akşam yemeğinde gölden çıkan taptaze alabalık (Trucha) yedim, tadı hala damağımda.
Ertesi sabah Titicaca Gölü‘nün meşhur Uros Adaları‘nı ziyaret ettim. Sazlardan yapılmış, yüzen bu yapay adalar ve üzerlerindeki kulübeler, yerel halkın yüzyıllardır süregelen yaşam tarzını gözler önüne seriyor. Adaların sakinleri, sazları kullanarak evlerini, teknelerini ve hatta adalarını nasıl inşa ettiklerini büyük bir misafirperverlikle anlattılar. Bu, gerçekten eşi benzeri olmayan bir kültürel deneyimdi. Titicaca Gölü‘nün sakin suları, bu kadim yaşam biçimini binlerce yıldır koruyor.
Peru‘daki maceramın sonuna gelirken, bu eşsiz ülkenin sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda köklü tarihi, sıcakkanlı insanları ve derin kültürel mirasıyla da beni ne kadar büyülediğini bir kez daha fark ettim. Nazca’nın gizemli çizgilerinden Machu Picchu‘nun görkemli yapılarına, And Dağları‘nın zirvelerinden Titicaca Gölü‘nün dingin sularına kadar her anı hafızama kazındı.
Ceren’den Gezi İpuçları: Peru Maceranız İçin Pratik Bilgiler
- Yüksekliğe Dikkat Edin: Özellikle Cusco ve Titicaca Gölü gibi yüksek rakımlı şehirlerde ‘Soroche’ adı verilen yükseklik hastalığı yaşayabilirsiniz. Bol su için, koka çayı deneyin ve ilk günlerde yorucu aktivitelerden kaçının. Hafif tempoda hareket etmek, adaptasyon sürecinizi kolaylaştıracaktır.
- Çöl Gezileri İçin Hazırlıklı Olun: Huacachina gibi çöl bölgelerinde buggy ve sandboard deneyimi harika olsa da, üzerinize çok ince kumlar yapışabilir. Yanınıza atabileceğiniz eski kıyafetler ve kolay temizlenebilir ayakkabılar almanızda fayda var. Güneş kremi ve şapka da olmazsa olmaz!
- Yerel Lezzetleri Deneyin: Peru mutfağı, dünyanın en iyileri arasında gösteriliyor. Cebiche‘den Alpaka etine, Lomo Saltado‘dan Aji de Gallina‘ya kadar birçok farklı lezzeti keşfedin. Pisco Sour’u da es geçmeyin!
- Güvenliğinizi İhmal Etmeyin: Özellikle büyük şehirlerde ve kalabalık turistik bölgelerde yankesicilik olaylarına karşı dikkatli olun. Değerli eşyalarınızı göz önünde bırakmayın ve akşam geç saatlerde tek başınıza dolaşmaktan kaçının. Ben Lima’da gece eczane ararken oldukça gergin anlar yaşadım.
Peru, gerçekten de her gezginin hayatında en az bir kez görmesi gereken, büyülü bir destinasyon. Eğer siz de kadim medeniyetlerin izinde, doğal güzelliklerle dolu bir maceraya atılmak istiyorsanız, bavulunuzu hazırlayın ve İnka‘ların topraklarına doğru yola çıkın. Emin olun, bu Peru gezi rehberi size unutulmaz anılar biriktirmek için ilham verecek!
Siz Peru hakkında neler düşünüyorsunuz? Daha önce ziyaret ettiniz mi, yoksa hayallerinizdeki rotalar arasında mı? Yorumlarınızı ve deneyimlerinizi benimle paylaşmayı unutmayın!
