Merhaba sevgili gezgin dostlarım! Bu kez rotamızı, adını tarihe altın harflerle yazdırmış, her köşesi sanat kokan bir şehre çevirdim: Floransa. Floransa gezi rehberi hazırlarken, bu şehrin sadece bir İtalyan kenti olmadığını, aynı zamanda Rönesans’ın doğduğu ve büyüdüğü, dünyanın en önemli sanatçılarına ev sahipliği yapmış bir açık hava müzesi olduğunu bir kez daha anladım. Benim için Floransa’yı gezmek, sadece Orta Çağ sokaklarında dolaşıp pizza yemekten çok daha fazlasıydı; adeta Rönesans’ı ruhumda hissetmek ve o dönemin büyüsüne kapılmaktı.
Michelangelo, Leonardo da Vinci, Botticelli, Raffaello, Dante, Donatello gibi dev isimlerin vatanı olan bu şehir, her adımda beni kendine hayran bıraktı. Hadi, benimle birlikte bu büyüleyici yolculuğa çıkmaya hazır olun!
Floransa’ya Adım Attığım İlk Anlar: Santa Maria Novella’nın Büyüsü
Lucca’dan bindiğimiz trenle, öğleden sonra 15:00 sularında Santa Maria Novella İstasyonu’na vardık. Otelimiz merkeze ve istasyona yakın olduğu için hiç vakit kaybetmeden eşyalarımızı bırakıp kendimizi Floransa sokaklarının hareketli kollarına bıraktık. Roma ve diğer İtalyan şehirlerine kıyasla çok daha kalabalık ve enerjik bir atmosfer beni karşıladı. Rönesans’ın nabzını bu ilk anlarda bile hissetmeye başlamıştım.
Şehri keşfe, tren istasyonuna adını veren ve hemen yakınındaki Santa Maria Novella Katedrali ile başladık (Giriş ücreti: 5 Euro). “Yeni Meryem Ana” anlamına gelen Novella adını, küçük bir mabet üzerine inşa edilmesinden almış. Bu katedral, Floransa’da yapılan ilk büyük kilise olma özelliğiyle tarihi bir değere sahip.
13. yüzyılda Dominiken Tarikatı tarafından Romanesk-Gotik tarzda inşa edilen bu yapı, özellikle freskleriyle ünlü. İçeri adım attığımda, adeta bir sanat galerisinde geziyormuş hissine kapıldım. Masaccio’nun perspektif kullanımıyla öne çıkan “Üçleme”si, Uccello’nun 1966 selinde hasar görmüş olsa da hala etkileyici olan “Yeşil Revak’taki Nuh ve Tufan freskleri” ve Giotto’nun Çarmıhı… Her biri, dönemin Floransalı sanatçılarının dehasını gözler önüne seriyordu. Filippino Lippi ve Ghirlandaio’nun eserleri de beni oldukça etkiledi. Yağlı boya tablolar ve rengarenk vitray pencerelerle dolu bu katedral, ilk durağımız olmasına rağmen Floransa’nın sanatsal ruhunu bana derinden hissettirdi.
Duomo Meydanı ve Brunelleschi’nin Dehası: Floransa Katedrali
Santa Maria Novella’dan ayrılıp şehrin kalbine doğru yürürken, Floransa Katedrali (Duomo) tüm ihtişamıyla karşıma çıktı. Halen Floransa’nın en yüksek yapısı olan bu devasa katedrallerin tepesinde, mimarlık harikası Duomo kubbesi gururla yükseliyordu. Bu yapıyı görmemek, fark etmemek zaten mümkün değil!
1296 yılında Santa Reparata Kilisesi’nin yerine yapılan katedralin hemen yanında, 1334’te Giotto tarafından tasarlanan çan kulesi ve karşısında ise vaftizhane yer alıyor. Özellikle beyaz, yeşil ve pembe mermerlerle süslü neo-Gotik dış cephesi adeta bir tablo gibiydi. Hava kararmadan Floransa manzarasını kuşbakışı izlemek istesem de, kombine biletin süresinin yetersiz olması beni bu keyiften mahrum bıraktı. Buraya gelirken mutlaka biletleri önceden online almanızı tavsiye ederim!
Brunelleschi’nin 1420-1436 yılları arasında, Roma mimarisinden, özellikle de Pantheon’dan ilham alarak yaptığı kubbe, Rönesans mimarisinin başyapıtlarından biri olarak kabul ediliyor. Michelangelo ve diğer birçok sanatçı, kendi eserlerinde Roma tarzıyla özgün stillerini birleştirirken bu kubbeden ilham almış. Gerçekten de, Brunelleschi’nin bu dehasına şapka çıkarmamak imkansızdı. Katedralin önündeki o an, adeta zamanın içinde asılı kalmış gibi hissettim.
Vaftizhane ise, özellikle kapılarıyla meşhur. Floransa’nın 1401’deki vebadan kurtuluşunun anısına düzenlenen yarışmayı, Ghiberti kazanmış. Ghiberti’nin 28 yılda tamamladığı Kuzey Kapıları ve 21 yılda bitirdiği Doğu Kapıları, Rönesans’ın ilk örneklerinden sayılıyor. Doğu Kapıları’nın güzelliğine hayran kalan Michelangelo’nun bu kapılara “Cennetin Kapıları” adını verdiğini öğrendiğimde, ne kadar haklı olduğunu düşündüm. Bronz panolardaki İncil sahneleri ve 13. yüzyıla ait tavan mozaikleri gerçekten görülmeye değerdi. Orijinal panolar şu an katedral müzesinde sergileniyor.
Ponte Vecchio’dan Medici Ailesinin İzlerine
Floransa o kadar kompakt bir şehir ki, her yere yürüyerek ulaşmak mümkün. Merkezde araç trafiği olmadığı için başka şansımız da yoktu zaten! Duomo’yu merkez alarak şehri turlarken, kendimizi bir anda Floransa’nın en eski köprüsü olan Ponte Vecchio’da buldum.
Eskiden kasap dükkanları ve demir atölyeleriyle dolu olan köprü, şimdi ünlü mücevher markalarına ev sahipliği yapıyor. Açıkçası, daha otantik ve özgün sanat ürünleri görmeyi beklediğim için, köprünün mevcut ticari halinden biraz hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Ancak uzaktan, özellikle Uffizi Müzesi’nin köşesinden bakıldığında, Floransa’nın sembolü olan bu köprü çok daha etkileyici ve afilli duruyordu. Haklı değil miyim?
Ponte Vecchio’yu geçip düz devam ettiğimizde, sol tarafımızda Pitti Sarayı’nın vasat görünümü beni şaşırttı. Floransalı banker Luca Pitti’ye ait bu saray, 1549 yılında Medici ailesi tarafından satın alınmış ve genişletilmiş. 32.000 metrekarelik devasa bir alana yayılan sarayın içindeki resim-heykel galerileri, porselen ve kostüm müzeleri ile Boboli Bahçeleri’ni gezmek için geniş bir zaman ayırmak gerekiyor. Bu ilk ziyaretimizde önceliği Uffizi ve Accademia müzelerine verdiğimiz için Pitti Sarayı’nı pas geçmek zorunda kaldık; ama Floransa’ya tekrar geldiğimde mutlaka listemin başında olacak.
Floransa ve Rönesans denince Medici ailesinden bahsetmeden olmaz! 1434-1743 yılları arasında Floransa’yı yöneten bu güçlü ve sanatsever aile, şehrin her yerinde izlerini bırakmış. Dönemin sanatçıları kilisenin ve varlıklı ailelerin koruması altında çalışırken, Medici’lerin himayesi altında Botticelli, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Raffaello gibi nice deha eserler vermiş. Hatta sürgüne gönderilen Galileo’ya bile aile sahip çıkmış! Lorenzo de Medici, namı diğer Muhteşem Lorenzo dönemi (1469-1492), ailenin en parlak ve sanata desteğinin en yoğun olduğu dönem olarak biliniyor. Mediciler sadece görsel sanatları değil, bilimi de desteklemiş; Floransa Üniversitesi’ni bizzat Muhteşem Lorenzo kurmuş.
1565 yılında, ailenin mimarı Vasari’ye Pitti Sarayı, Vecchio Palazzo ve Uffizi’yi birbirine bağlayan, Ponte Vecchio üzerinden geçen bir geçit yaptırmaları, Medici’lerin ne kadar ileri görüşlü ve sanata düşkün olduğunu gösteriyor. Bu “Vasari Koridoru”nda ünlü ressamların otoportreleri ve 17-18. yüzyıl tabloları sergileniyor. Sanatsal estetikten yoksun kalmadan güvenliklerini sağlamaları, gerçekten hayranlık verici!
Açık Hava Müzesi: Piazza della Signoria ve Accademia’da Davut’la Tanışma

Pitti Sarayı’ndan sonra tekrar Ponte Vecchio’yu geçip Ponte alle Grazie köprüsü yönünde ilerlerken, tesadüfen Uffizi Müzesi’ne ulaştık. Ertesi günkü programımızda olan müzeyi önceden görmek, hem heyecanımı artırdı hem de rotamızı belirlememizi kolaylaştırdı. Uffizi’nin yanından meşhur Piazza del Signoria’ya çıktık. Burası tam anlamıyla bir açık hava müzesiydi!
Meydanda birçok anıt ve heykel bulunuyordu: Michelangelo’nun Davut heykeli ve hemen yanındaki Bandinelli’nin Herkül heykelinin kopyaları, Loggia dei Lanzi revakındaki Cellini’ye ait bronz Perseus heykeli ve Giambologna’nın “Sabine Kadınlarının Kaçırılması” heykelinin kopyası beni büyüledi. Neptün Çeşmesi ve Giambologna’nın yaptığı “Cosimo Medici” heykeli de meydanın zenginliğini tamamlıyordu. Meydanın yanında ise, 14. yüzyıldan kalan, Arnolfo di Cambio tarafından inşa edilmiş, kale görünümlü Medici ailesinin ilk resmi konutu olan Vecchio Palazzo (Eski Saray) yer alıyor. 94 metrelik kulesiyle uzaktan bile dikkat çeken bu yapı, günümüzde Floransa Belediye Sarayı olarak kullanılıyor. Dante’nin ölüm maskesi ve Michelangelo’nun “Zafer Heykeli” gibi eserleri bir sonraki Floransa ziyaretimizde mutlaka görmeyi planladım.
Oldukça acıkmış ve yorulmuştuk, bu yüzden gözümüze ilk kestirdiğimiz cafe-restoranda lezzetli bir İtalyan yemeği molası verdik. Yemek sonrasında Floransa’nın marketlerini (Pegna) keşfe çıktık. İyi ki yemek sonrasına denk getirmişiz; makarna, peynir, mantar, zeytinyağı ve şarap reyonları arasında adeta kaybolmak işten bile değildi. Floransa’nın Roma’dan daha soğuk olduğunu bilsem de, bu kadarını beklemiyordum! Hava ciddi derecede soğuyunca, otele dönüp dinlenmek en iyi seçenek oldu.
Ertesi sabah güne harika ve zengin bir kahvaltıyla başladık. Poşet de olsa çay içerek kahvaltı yapmayı özlemiştim! Bu arada, beklentimi her geçen gün yükselten küçük otelimiz “Sempione” (1 gecelik ücreti vergiler dahil 33 Euro) kesinlikle önerebileceğim bir yer.
Accademia Müzesi’nin Uffizi’ye yakın olduğu konusunda o kadar emindim ki haritaya bakma ihtiyacı bile duymadım! Bu rahatlıkla kahvaltı muhabbetimizi uzattık. Tabii ki yanlış bilgiye sahipmişim! Duomo’ya dönüp Via Ricasoli Sokağı’nı aradık. 15-20 dakikalık telaşlı bir koşturma sonrası müzeye ulaştık. Olsun, Davut için değerdi!
Biletlerimizi online alarak 4’er Euro rezervasyon ücreti ödemiştik. Uffizi için 12, Accademia için 16,50 Euro ödedik. Online bilet, zaman kazanmak için harika bir seçenek.
Accademia Müzesi: Michelangelo’nun Davut’uyla Göz Göze
1561’de Medici’lerin isteği üzerine kurulan Accademia, Avrupa’daki ilk çizim, resim ve heykel tekniklerinin öğretildiği okul olarak biliniyor. Müzedeki eserler de özellikle öğrencilere çalışma malzemesi sağlamak için toplanmış. Floransa’ya gelmişken tüm zamanların en iyi heykeltıraşı olduğu söylenen Michelangelo’nun Rönesans döneminin heykelde başyapıtı kabul edilen Davut heykelini görmeden dönmek olmazdı.
Davut; Donatello, Bernini ve diğer İtalyan sanatçılar tarafından da işlenen, İncil’e dayanan, Hz. Davut’un dev Golyat’la mücadelesini anlatan meşhur bir figür. Michelangelo’nun 26 yaşında, iki yıl sürekli çalışarak ortaya çıkardığı bu eserde, Davut’u savaştan önce, gergin ve son derece konsantre bir şekilde tasvir etmesi diğerlerinden ayrılıyor. Dinsel bir kahramanı adeta devrimci bir kahramana dönüştürmüş. Bu olağanüstü özgüven ve düşmanına saldırmaya hazırlanan gergin insan figürü, aslında Rönesans insanının “Düşünce Adamı”na bir gönderme olarak yorumlanıyor. İnsan anatomisinin tüm özelliklerini taşıyan bu etkileyici heykel hakkında konuşmaya ne sanat bilgim ne de kelimelerim yeterli olmazdı. Bu yüzden sözü Michelangelo ile aynı dönemde yaşayan öğrencisi, ressam, mimar ve ilk sanat tarihi kitabının yazarı Giorgio Vasari’ye bırakıyorum:
“Bu yapıt, bütün çağdaş ve klasik heykellerin -ister Yunan, ister Latin olsun- ününü elinden aldı ve bu yapıtı gören kişi, bizim dönemimizde ya da başka dönemlerde herhangi bir sanatçı tarafından yapılmış başka bir heykeli görmese de olur.”
Yaptığı sanata aşık Michelangelo’nun yaşamı hakkında öğrendiğim bilgiler, böyle bir mükemmelliğe nasıl ulaştığına dair şaşkınlığımı giderdi. Yoksul hastalar için küçük bir düşkünler evinin de yer aldığı Santo Spirito (Kutsal Ruh) Manastırı’na gizlice giderek, dönemin yasaklarına rağmen kadavralar üzerinde çalışıp insan anatomisini incelemiş olması, dehasının sırrını açıklıyordu.
Müzede “Esirler Salonu”nda, Michelangelo’nun Papa II. Julius’un mezarı için yaptığı “Esirler” isimli eserlerine de geniş zaman ayırdık. Yontulmamış taş kütlelerinden kurtulmaya çalışan bu figürler, sanatçının mücadelesini ve derinliğini yansıtıyordu. Gençlerin Davut heykeliyle eğlenerek Pisa Kulesi’ni kaldırma çabalarının benzerini uyguladıklarını izlemek de ayrıca hoştu!
Jacopo Pontormo’nun Michelangelo’nun taslağına göre yaptığı “Venüs ve Cupido” ile Pacino di Bonagudia’nın 13. ve 14. yüzyıl dinsel ve Bizans sanatını yansıtan “Yaşam Ağacı” da dikkat çeken eserler arasındaydı. Filippino Lippi, Bartolomeo, Ghirlandaio, Bronzino gibi Floransalı ressamlara ait eserler de bu müzede sergileniyor. Neredeyse tüm ressamların bir “Madonna” resmi yaptığını fark ettim; bunların arasında Botticelli’ye atfedilen “Deniz Madonna” öne çıkıyordu.
Müze için ayırdığımız iki saatlik süre yeterli geldi. Satış mağazasından da Davut heykelini hatırlatacak birer magnet alarak bu harika deneyimi ölümsüzleştirdik.
Uffizi Galerisi: Rönesans’ın Kalbine Yolculuk
Sırada Uffizi Müzesi vardı. 1560-1580 yılları arasında Vasari tarafından Dük I. Cosimo’nun çalışma ofisleri olarak yapılan bu bina, adını da buradan alıyor (Uffizi: ofisler). İtalyan Rönesans dönemi eserlerinin sergilendiği müzenin binası bile başlı başına önemli bir Rönesans eseriydi.
Müzenin girişinden ikinci kata çıktık. U şeklindeki ikinci katın koridorunda antik Roma döneminden heykeller ve tavanında Osmanlı padişahlarına ait portrelerin de yer aldığı birçok portre sergileniyordu. Bu katta, koridora bakan 45 oda (galeri) bulunuyor. Vaktiniz sınırlıysa mutlaka görmeniz gerekenler arasında Francesca’nın erken dönem Rönesans eseri sayılan “Urbino Dükü ve Düşesi”, Botticelli’nin ikonik eserleri “Venüs’ün Doğuşu” ve “İlkbahar”, Michelangelo’nun “Kutsal Aile”si, Filippo Lippi’nin “Çocuklu Meryem ve İki Melek”i ve Uccello’nun “San Romano Savaşı” vardı.
Birinci katın sonunda, Loggia dei Lanzi revakının üstünde, müzenin Piazza del Signoria’ya bakan bir kafeteryası var. Biz alt kata geçmeden önce burada oturmadık, “nasıl olsa sonra döneriz” diye düşündük. Ama geri dönüş yoktu! Bu yüzden mutlaka alt kata geçmeden kafeteryada meydan manzarasına karşı bir soluklanıp keyifle oturmakta fayda var; zamanınızı buna göre ayarlayın derim.
Alt katta daha yakın dönem eserler ve yabancı ressamların eserleri çoğunluktaydı. Leonardo da Vinci’nin ilk dönem eserlerinden “Meryem’e Müjde”si, Parmigianino’nun Maniyerizm akımına örnek gösterilen “Uzun Boyunlu Meryem”i, Tiziano’nun önemli bir yüksek Rönesans eseri sayılan “Urbino Venüs”ü ve Raffaello’nun “10. Leo ile Kardinal Giulio de’Medici ve Rossi” adlı portresi, bu kattaki önemli eserlerdendi.
Caravaggio odasında ise “Medusa” ile “İshak’ın Kurban Edilişi” vardı. “Medusa”, o derece gerçekçi ve dehşet verici bakışlarla karşılaştığınızda içinizi ürperten bir resimdi. Sanatçının “Bacchus” eseri ise gezdiğimiz tarihte yerinde yoktu. Gezimizi bu kattaki 101 no’lu odada tamamladık.
Uffizi hakkında yaptığım araştırmalarda Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” ve “İlkbahar” resimlerinin altı hep çiziliyordu ama tam olarak ne demek istendiğini kavrayamamıştım. Müzedeki tüm resimleri gördükten sonra idrak ettim ki, evet, sanatçının bu resimlerinin rengi, ışığı, figürlerinin zarafeti, dini değil mitolojiyi referans alması ve erotizmi kullanması açısından gerçekten farklı bir yerde duruyor.
Kısaca Michelangelo’nun “Kutsal Aile” resmine de bir parantez açmak istiyorum. Michelangelo sanata resimle başlamış olsa da kendisini bir heykeltıraş olarak tanımlamış ve resme mesafeli durmuş. Bu resim, sanatçının şövale üzerinde çalışıp günümüze ulaşan tek eseriymiş. Resimdeki figürlerin hareketli olması ve canlı renkler kullanmasıyla takip eden dönemde Maniyerizm akımının öncüsü olmuş. Heykel dışında nadir yaptığı resim sanatında da farklılığını ve yaratıcılığını ortaya koymuş. Vatikan’daki Sistine Şapeli’ndeki freskleri Papa’nın zorlamasıyla yapmış olması da ilginç bir detay. İyi ki Papa zorlamış, yoksa insanlar bu muhteşem eserlerden mahrum kalacaktı!
Uffizi’yi o kadar keyifle gezdik ki üç saatin nasıl geçtiğini anlayamadık, keşke tüm gün ayırabilseydik diye düşündüm.
Floransa’nın Renkli Pazarları ve Meydanları
Müze gezisi sonrası deri ürünleri ve hediyelik eşyaların satıldığı “Yeni Pazar”a uğradık. Sadece baktık çünkü fiyatlar oldukça yüksekti ve kesinlikle pazarlık yapmıyorlardı. Pazar yerinin önündeki bronz domuz heykelinin burnunu okşayarak, Floransa’ya yeniden gelmeyi garantiledik. Umarım batıl inançlar işe yarar!
Diğer İtalyan şehirleri gibi Floransa’da da çok güzel meydanlar bulunuyor. Kalan zamanımızı Piazza Della Repubblica ve Piazza Di San Giovanni’de geçirdik. Piazza Della Repubblica’ya bakan kafelerden birinde dondurma yedim (Türkiye’de daha güzellerini yediğimiz için pek tavsiye edemeyeceğim!). Aynı meydanda el yapımı ve tasarım ürünlerin satıldığı standları gezdim, birkaç küçük alışveriş yaptım. Piazza Di San Giovanni’de ise profesyonel olduğunu düşündüğüm bir sokak şarkıcısının konserine denk geldik. Bir-iki arya derken kendimizi zor ayırdık, o kadar büyüleyiciydi ki!
Floransa’yı ilk ziyaretimde Accademia ve Uffizi müzelerini gezmeyi, şehrin genel havasını görmeyi ve vakit bulursak Fiesole’ye gitmeyi planlamıştım. Kısa zamanda beklentilerimin ötesinde her yönden çok doyurucu bir gezi oldu. Tekrar geldiğimizde yapılacaklar listemizi şimdiden oluşturduk bile!
“Floransa Gezi Rehberi: Sanatın Kalbinde Rönesans Rüyası ve Kişisel İpuçlarım” gibi diğer içeriklerimiz için keşfet kategorimize göz atabilirsiniz.
Ceren’den Floransa Gezi İpuçları:
- Müze Biletlerinizi Online Alın: Özellikle Uffizi ve Accademia gibi popüler müzeler için biletlerinizi mutlaka birkaç hafta öncesinden online alın. Hem sıra beklemezsiniz hem de rezervasyon saatine göre gününüzü daha verimli planlarsınız.
- Duomo Bileti ve Kuleden Manzara: Floransa Katedrali için kombine bilet almanız gerekiyor ve kuleye çıkış için rezervasyon yapmanız şart. Hava kararmadan o eşsiz manzarayı yakalamak isterseniz, kuleye çıkış saatinizi gün batımına denk getirmeye çalışın.
- Yürüyüş Ayakkabılarınız Hazır Olsun: Floransa’nın merkezinde araç trafiği kısıtlıdır ve şehir yürüyerek keşfedilecek güzellikte. Rahat bir yürüyüş ayakkabısı edinmeyi unutmayın, bol bol arnavut kaldırımı göreceksiniz.
- Uffizi Kafeteryası Molası: Uffizi Müzesi’ndeki Piazza del Signoria manzaralı kafeteryada mola vermeyi atlamayın. Biz kaçırdık ama siz kaçırmayın, o manzara eşliğinde bir kahve keyfi paha biçilemez!
- Bütçe Dostu Konaklama: Benim gibi merkezi ama uygun fiyatlı bir otel arıyorsanız, Santa Maria Novella İstasyonu’na yakın olan Hotel Sempione’yi düşünebilirsiniz. Temiz, konforlu ve kahvaltısı doyurucuydu.
Müzeler ve sanat şehri Floransa’da sanatla ilgilenmeyenler için de ünlü markaların ürünlerinin satıldığı şık mağazalar, ayakkabı müzesi “Ferragamo”, enfes Toscana mutfağı, Fiesole gibi farklı alternatifler olduğunu belirtmek isterim. İlk fırsatta sanat yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edeceğimizi düşünerek Rönesans’ın rüya şehrine şimdilik veda ettik… Siz de bu eşsiz şehri keşfetmek için sabırsızlanıyor musunuz? Yorumlarda benimle düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın!
İlginizi çekebilir:
Lucca Gezi Rehberi: Toskana’nın Surlar İçindeki Saklı Orta Çağ Cenneti
Norveç Flam Treni Macerası: Fiyortların Kalbine Fantastik Bir Yolculuk!
Oslo Gezi Rehberi: Kuzeyin Asil Başkentinde Macera ve Kültürel Keşifler
