Konya’dan Bir Nefes Akdeniz: Beyşehir’e Büyüleyici Bir Yolculuk
Konya’nın bozkırlarında ilerlerken içimde hep bir Akdeniz esintisi aradım. Ve inanın bana, bu arayış beni öyle özel bir yere götürdü ki, Beyşehir’in kapısından girdiğim anda zamanın durduğunu hissettim. Konya’dan yaklaşık bir buçuk saatlik keyifli bir yolculuğun ardından ulaştığım bu şehir, sadece bir yer değil, adeta bir zaman tüneliydi. 13. yüzyıl Anadolu’sunun ruhu, modern bir sahil kasabasının enerjisiyle öyle harmanlanmış ki, her köşesinde ayrı bir sürpriz beni bekliyordu.
Burası sadece bir göl kenarı kasabası değil, Toroslar’ın eteklerinde, Akdeniz’in kapı komşusu, bambaşka bir dünya. Bir yanı düzlük bozkırlara komşuyken, diğer yanı Torosların yeşiline yaslanmış bu cennet köşe, Akdeniz Bölgesi’nin Göller Yöresi’nde pırıl pırıl parlıyor. Tam da bu yüzden, Beyşehir’i gönül rahatlığıyla ‘Konya’nın Akdenizlisi‘ ilan ediyorum!
Beyşehir’in Tarihi Kalbinde Bir Zaman Yolculuğu
İlçe merkezine adımımı attığımda, büyük bir meydan ve onu çevreleyen tarihi taş binalar beni adeta büyüledi. Her bir köşede asırlık hikayelerin fısıldandığını hissettim. O sarı taş binaların sıcak kapılarından içeri çağrılıyormuş gibiydim. Meydandaki o eski usul seyyar tezgahlar bile bu büyülü atmosferi bozmuyor, aksine tamamlıyordu.
Eşrefoğlu Cami: Ahşabın Mucizevi Dansı
Yemyeşil, bakımlı bir parkın içinden süzülen Eşrefoğlu Cami’nin heybetli siluetiyle karşılaştığımda içim bir kez daha titredi. UNESCO Dünya Kültür Mirası Aday Listesi’nde yer alması hiç şaşırtıcı değil, zira içeriye girmeden bile onun eşsizliğini hissediyorsunuz. Caminin o anıtsal taş oyma giriş kapısından geçmek, adeta başka bir boyuta adım atmak gibiydi.
Kapıdan içeri adımımı attığımda, burnuma dolan o derin ahşap kokusuyla adeta başka bir dünyaya ışınlandım. Burası sıradan bir ibadethane değil, Anadolu’da ahşap direkli camilerin en görkemlisi ve en otantiği. Orta Asya’daki atalarımızın Semerkant ve Buhara’daki ağaç direkli cami geleneğini, Selçuklu zarafetiyle harmanlayarak 1296-1299 yılları arasında inşa edilen bu şaheser, Eşrefoğlu Emir Süleyman Bey’in mirası. Bir türbe, kervansaray ve hamam ile bir bütün teşkil eden bu külliye, geçmişin ihtişamını günümüze taşıyor.
Cami İçinde Bir Gizem: Karlık ve Aydınlık Feneri
İçeriye girerken beni karşılayan o mavi çinili kapı, adeta cennetin kapısı gibiydi. İçerideki ahşap direklerin dansı, tavandaki ‘aydınlık feneri‘ denilen boşluktan süzülen ışıkla birleşince tam bir görsel şölene dönüştü. Ve işte o gizemli ‘karlık‘… Yüzyıllardır caminin ahşabının nemini koruyan, kışın kar doldurularak iç mekanı nemlendiren, yazın ise serinleten bu dahiyane sistem, beni hayran bıraktı. Yedi asırdır çürümeden ayakta kalmasının sırrının bu eşsiz ‘karlık‘ sisteminde yattığına inanılıyor. Maalesef 1965’te üstü camla kapatılmış olsa da, o dahiyane mühendislik ve tarihin kokusu hala tüm ihtişamıyla orada duruyor.
Kündekâri Sanatının Zirvesi: Mihrap ve Minber
Gözlerimi caminin her köşesinde gezdirdiğimde, gerçek bir sanat galerisinde gibi hissettim. Özellikle çini mozaik mihrabı… 4.58 metre eni ve 6.17 metre yüksekliğiyle Konya çevresindeki en büyük ve en zarif örneklerden biriydi. Ama asıl beni büyüleyen, kündekâri sanatıyla yapılmış minber oldu. Hiçbir çivi veya tutkal kullanılmadan, sekizgenler, yıldızlar ve geometrik desenlerle ahşap parçaların birbirine ustaca geçirilmesiyle oluşturulan bu minber, adeta gökyüzündeki sonsuzluğu ve yıldızları yeryüzüne indirmiş gibiydi. Oymalı, çatmalı, sedef ve fildişi inceliğindeki bu eser, el emeğinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlattı bana.
Kündekâri sanatı; kenarları negatif ve pozitif değerlerde oyulmuş, çokgen ve yıldız biçiminde ayrı ayrı kesilmiş ahşap kirişlerin birbirine geçmesiyle uygulanan ve büyük bir ustalık isteyen bir sanattır. Bu teknikte hazırlanan parçalar birbirine ayrıca bağlayıcı bir malzemeyle tutturulmadığından, uygulandığı ahşap yüzeylerde zamanla ayrılmalar olmaz, dayanıklılığı yüzyıllara meydan okur.
Çilehane Sırrı ve Beyşehir Sokakları
Minberin hemen yanındaki döşemeden açılan gizli bir kapak, beni daha da meraklandırdı. Burası, dervişlerin kırk gün boyunca inzivaya çekildiği, çile doldurduğu o mistik Çilehane‘ydi. Sadece hurma veya kuru üzümle beslenilen bu odanın atmosferini hayal etmeye çalıştım. Ne kadar derin bir maneviyat…
Eşrefoğlu Külliyesi’nin hamamının yanından geçip Beyşehir’in daracık sokaklarına daldım. Her köşe başında farklı bir hikaye, farklı bir sıcaklık karşıladı beni. Yemyeşil bahçelerden sarkan meyveler, tarhana kaynatan teyzelerin ikram ettiği kurutulmuş tarhanalar… Günümüz dünyasında neredeyse unutulmuş böyle bir misafirperverlikle karşılaşmak paha biçilmezdi, samimiyetleri beni öyle mutlu etti ki, yüzümde sıcacık bir gülümseme oluştu.
İsmail Ağa Medresesi’nin Gizemli Kapısı
Sokaklarda yürürken, restore edilmiş tarihi evlerin arasında İsmail Ağa Medresesi’nin (Taş Medrese) ihtişamlı taç kapısı dikkatimi çekti. Bazı kaynaklar İlhanlılar adına hüküm süren Emir İsmail Ağa tarafından 1379’da yapıldığını söylese de, bazısı Seyfettin Süleyman Halil Bey tarafından yaptırılıp sonradan İsmail Ağa tarafından onarıldığını belirtiyor. 1912 yılına kadar medrese olarak hizmet veren bu yapı, dış duvarlarındaki sağlam taş işçiliği ve bitki motifleriyle adeta bir dantel gibi işlenmişti. İç kısımları ziyarete açık olmasa da, o zengin dekorlu taç kapısı bile geçmişin sanatsal ruhunu gözler önüne seriyordu.
Beyşehir Gölü: Konya’nın Mavi Kalbi
Tarihi dokunun ruhumu sardığı Beyşehir’den, şehrin mavi kalbine, Beyşehir Gölü’ne doğru ilerledim. Anadolu’nun ortasında böyle masmavi, dingin bir göl görmek başlı başına bir sürprizdi. Sahil şeridinde yaptığım kısa bir yürüyüşün ardından, kendimi bir tekne turunun büyüsüne bıraktım. Ayaklarımı güvertede sallarken, yüzüme vuran rüzgar ve parlayan güneş eşliğinde, kendimi adeta Akdeniz kıyılarında hissettim.
Huzur Veren Bir Tekne Turu Deneyimi
Gölün üzerinde su seviyesine göre değişmekle birlikte ortalama 33 tane irili ufaklı ada bulunuyor! Her bir ada, sanki gölün kendi içindeki küçük sırlarını barındırıyor gibiydi. Teknede balık tutan yerlileri izlerken, gölün sadece doğal bir güzellik değil, aynı zamanda bir yaşam kaynağı olduğunu da anladım.
Ceren’den İpucu: Eğer benim gibi gün batımına denk getirirseniz bu tekne turunu, gökyüzünün ve gölün renk cümbüşüyle karşılaşacaksınız. Unutulmaz bir fotoğraf karesi ve huzurlu anlar için kesinlikle tavsiye ederim!
Beyşehir’in Lezzet Durakları: Göl Manzaralı Balık Keyfi
Gölün serin sularında yapılan keyifli bir turun ardından, açlığım da kendini hissettirmeye başlamıştı. Beyşehir demek, taptaze göl balığı demek! Göl kenarındaki salaş ama bir o kadar da lezzetli restoranlardan birine oturdum. Karşımda uzanan uçsuz bucaksız mavi, masamda yeni tutulmuş sıcacık balıklar… Daha ne isterim ki? Özellikle sazan veya levrek denemenizi şiddetle tavsiye ederim. Yanında yöresel salatalarla tam bir ziyafet çekebilirsiniz.
Ceren’den İpucu: Yemek sonrası, çayınızı yudumlarken gölün dinginliğini izlemek, Beyşehir ruhunu tam anlamıyla yaşamanın en güzel yollarından biri.
Beyşehir’e Yolunuzu Düşürün!
Beyşehir, benim için sadece bir gezi durağı olmanın ötesine geçti. Tarihiyle, doğasıyla, en önemlisi de sıcakkanlı insanlarıyla kalbime dokunan özel bir yer oldu. Eşrefoğlu Cami’nin o mistik ahşap kokusunu içime çekerken, Beyşehir Gölü’nün o uçsuz bucaksız maviliğinde kendimi özgür hissettim. Eğer yolunuz Konya civarına düşerse veya Anadolu’da farklı bir kaçış arıyorsanız, Beyşehir’i listenizin başına ekleyin. Burası, ruhunuzu dinlendirecek, size ilham verecek ve belki de Konya’nın kalbindeki kendi Akdeniz rüyanızı yaşatacak eşsiz bir köşe. Ben kesinlikle yeniden geleceğim!
