Lizbon: Filmlerle Bakmak ve Görmek Arasındaki İnce Çizgi
Merhaba sevgili gezi tutkunları! Bir şehre sadece gitmekle kalmayıp, onu iliklerinize kadar hissetmenin yollarını arayan bir Ceren Gezgin olarak, bazen en güzel keşiflerin sinema perdesinde başladığına inanırım. Bugün sizi, kalbimde ayrı bir yeri olan, film karelerinden fırlamış gibi duran o büyülü Lizbon‘a götüreceğim. Hazır olun, çünkü bu Portekiz gezimizde, bir şehre bakmak ve onu gerçekten görmek arasındaki farkı, iki harika film üzerinden deneyimleyeceğiz.
Sinema, bir şehri hissetmek için kapıları aralar, değil mi? Ben de bu kez Lizbon’u, başrolünde kendisinin olduğu iki filmle ele almak istedim. İlk filmde Lizbon‘a sisli puslu bir gözle bakacak, ikincisinde ise güneşli, capcanlı sokaklarında onu bambaşka bir yönüyle göreceğiz. Bu kültür seyahati, ruhunuza dokunacak, eminim.
1. Beyaz Kentte (Dans La Ville Blanche): Lizbon’un Melankolik Ruhuna Bakış
İsviçreli yönetmen Alain Tanner’in 1983 yapımı Dans La Ville Blanche – Beyaz Kentte filmiyle başlıyoruz serüvenimize. İlk sahneden itibaren, kendinizi sisin ve melankolinin sardığı, gizemli bir Lizbon atmosferine bırakıyorsunuz. Başroldeki Bruno Ganz’ın canlandırdığı denizcinin peşine takılıp, bu Avrupa şehirlerinden birinin karanlık barlarında, köhne otellerinde ve arka dar sokaklarında kaybolmak inanılmaz bir his.
Denizci, kentte sadece bir sığınak arıyor, adeta var olmuyor, sadece bakıyor Lizbon’a. Onunla birlikte muhteşem bir mehtap eşliğinde limanda dolaşıyor, okyanusa nazır kıyılara gidiyor, ikonik tramvaylarla şehri arşınlıyoruz. Her bir merdivenli sokağında yürürken, nedense aklıma hep İstanbul’un o eski, samimi havası geldi. Filmi izlerken, içimde Lizbon’a mutlaka bir mehtap varken gitme ve o okyanusa saatlerce dalma arzusu uyandı. Bu film, Portekiz seyahat rehberimin en duygusal parçası oldu.
2. Hayallerin Ötesinde (Imagine): Lizbon’u Kalpten Görmek
Sırada Polonyalı yönetmen Andrzej Jakimovski’nin 2012 yapımı Imagine – Hayallerin Ötesinde var. Bu filmle birlikte Lizbon keşfimiz bambaşka bir boyut kazanıyor. Görme engelli öğrencilere alışılmadık bir yöntemle rehberlik eden bir öğretmenin sınıfına konuk oluyoruz ve onunla birlikte Lizbon’un sıcak, aydınlık sokaklarına adım atıyoruz.
Bu sefer şehri sadece izlemiyor, her bir dokusunu, sesini ve kokusunu hissederek görüyoruz. Ara sokaklardaki minik kafelerin cıvıl cıvıl sohbetlerini, oyunlarını keşfediyoruz. Yine tramvaylara atlayıp, merdivenli sokaklarda yürüyoruz. Bu macera gezilerinde görme engelli rehberlerimizle birlikte, bazen kentin kendisini görmeyi unutup, aslında ne kadar çok şeyi göz ardı ettiğimizi fark ediyoruz.
Filmin en çarpıcı anlarından biri, Lizbonluların bir kısmının kendi şehirlerine “kör” olduğunu fark etmemizdi. Liman kenti olmalarına rağmen, limana sırtlarını dönmüş, onu unutmuş gibilerdi. Görme engelli karakterlerimizin rehberliğinde, aslında ne kadar yakında olan bir güzelliği bile nasıl kaçırdıklarını anlıyoruz. Bu film bana, bir yere gitmenin sadece fiziksel bir eylem olmadığını, aynı zamanda ruhsal bir kültürel keşif olduğunu bir kez daha öğretti.
Ceren’den Gezi İpuçları: Lizbon’u Kendi Gözlerinizle Deneyimleyin
Bu iki filmden sonra, Lizbon tatilim için aklımda netleşen birkaç püf noktası oldu. İşte size, bu harika seyahat noktasını en iyi şekilde deneyimlemeniz için benim kişisel tavsiyelerim:
- Tramvay ve Yürüyüş İkilisini Kullanın: Lizbon’u keşfetmenin en otantik yolu kesinlikle sarı tramvaylara binmek ve sonra kendinizi dar sokakların labirentine bırakmak. Yürüyerek limana ulaşın, köşe bucak her yeri hissedin.
- Mehtapta Okyanus Esintisi: Özellikle Beyaz Kentte filminden ilham alarak, mutlaka bir akşam Lizbon gece hayatının büyüsüne kapılıp, limana yakın bir noktada mehtabın altında zaman geçirin. Yanında nefis bir Portekiz şarabı bu anı taçlandıracaktır.
- Görmeyi Hatırlayın, Sadece Bakmayın: Hızlı turistik gezilerden sıyrılıp, küçük kafelere oturun, yerel halkla sohbet edin. Görme engelli karakterlerin şehrin seslerini ve kokularını nasıl deneyimlediğini düşünerek, kendi duyularınızı harekete geçirin. Lizbon’u gerçekten hissetmek için etrafınızdaki detaylara odaklanın.
Siz de Lizbon’a Gitmeye Hazır mısınız?
İşte böyle sevgili okuyucularım! Lizbon gezisi, benim için sinemanın ve kişisel macera ruhunun eşsiz birleşimi oldu. Bu filmler sayesinde, bu muhteşem Portekiz şehrine sadece bakmakla kalmadım, onu derinden görme fırsatı buldum.
Şimdi sıra sizde! Siz de bu iki filmi izleyip, kendinizi Lizbon‘un kollarına bırakmaya ne dersiniz? Hangi filmler size seyahat ilhamı verdi? Yorumlarda benimle paylaşmayı unutmayın. Belki de bir sonraki gezi planımıza sizin önerileriniz yön verir!
