1. Anasayfa
  2. Keşfet

Madrid Gezi Rehberi: Meydanları ve Parklarıyla Yaşayan Şehrin Büyüleyici Kalbine Yolculuk

Madrid Gezi Rehberi: Meydanları ve Parklarıyla Yaşayan Şehrin Büyüleyici Kalbine Yolculuk
0

Merhaba Gezgin Ruhlar, İspanya’nın Kalbinden Sımsıcak Bir Merhaba!

İspanya… Adını duyduğumda aklıma düşen ilk şeyler; boğa güreşlerinin tutkusu, flamenkonun ritmi, tapasların lezzeti ve sangrianın serinliği oluyor. Sinemanın, futbolun ve sanatın dev isimleriyle bezeli bu Akdeniz ülkesi, her zaman keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi. Ben de bu kez rotamı, Avrupa’nın en neşeli başkentlerinden biri olan Madrid’e çevirdim!

Tıpkı İtalya gibi, İspanya da o kendine has sıcak Akdeniz ruhuyla beni hemen sardı. Yakın zamana dayanan şehirleşme hikayesiyle, bugün Madrid, hüzünlü geçmişine inat capcanlı bir yaşam enerjisi sunuyor. Adını Arapça “su yolu” anlamına gelen “Mayrit”ten alan bu şehir, tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış.

Özellikle Kral II. Felipe’nin burayı başkent yapması ve Kral III. Carlos dönemindeki Avrupai dönüşümüyle bugünkü görkemli kimliğine kavuşmuş. Napolyon işgalinden İspanya İç Savaşı’na kadar çetin yollardan geçmiş olsa da, Madrid bugün neşeli ve kucaklayıcı bir ruhla beni selamlıyor.

Madrid’e Adım Adım Yolculuk: İlk Duraklar ve Şehir Nabzı

İstanbul’dan Madrid-Barajas Havaalanı’na yaklaşık 3 saat 40 dakikalık keyifli bir uçuşla ulaştım. Şehir merkezine ulaşım için grupça taksiyi tercih ettik ve yaklaşık 20 dakikada, Gran Via’nın kalbindeki otelimize vardık. Bavullarımızı bırakır bırakmaz kendimizi sokağa atmamızla Madrid gezilecek yerler keşfimiz başladı!

Otelimizin hemen yakınındaki hareketli Montera Caddesi’nden aşağı doğru yürüyerek, şehrin kalbine, efsanevi Puerta del Sol’a ulaştık. Sadece yayalara açık bu cadde, gündüzleri kafeler ve restoranlarla dolup taşarken, geceleri bambaşka bir enerjiye bürünüyor. Burası, Madrid gece hayatının ilk sinyallerini veren adreslerden biri.

Puerta del Sol: Madrid’in Kalbi Atıyor mu?

Puerta del Sol, nam-ı diğer “Güneşin Kapısı”, Madrid’in en ünlü meydanlarından biri. Geçmişte şehrin surlarının giriş kapılarından biriymiş ve yarım daire şeklini de buradan almış. Dürüst olmam gerekirse, çevresindeki bazı binaların tadilatta olması nedeniyle ilk gördüğümde biraz hayal kırıklığına uğradım. Ama şehrin sembolü olan Ayı ve Kocayemiş Ağacı Heykeli ile III. Carlos heykeli bu meydanda sizi bekliyor.

  • Bu meydan, geçmişte önemli tarihi olaylara tanıklık etmiş: 1808’deki halk isyanı, 1912’deki başbakan suikastı ve 1932’deki 2. Cumhuriyet ilanı bunlardan sadece birkaçı.
  • Franco döneminde İçişleri Bakanlığı olarak kullanılan, kırmızı tuğlalı “Postane Binası” da meydanın bir ucunda hüzünlü hikayeler barındırıyor.

Şehrin merkezinde olması sebebiyle, Puerta del Sol, halkın klasik buluşma noktası. Gece gündüz her daim cıvıl cıvıl, kalabalık ve dinamik. Bir şehri keşfetmenin en güzel yolu yürümek olsa da, zaman kısıtlı olduğunda otobüs turları kurtarıcı olabiliyor. Meydandaki büfeden aldığım 2 saatlik şehir turu bileti (12 Euro), Madrid gezilecek yerler hakkında genel bir fikir edinmemi sağladı. La Latina semtinin İstanbul’a benzerliği ve Real Madrid’in Bernabeu Stadyumu’nu dışarıdan görmek bu turun bonusları oldu.

Madrid’in Sokak Lezzetleri ve Yaşayan Pazarları: Tapasın Dansı!

Şehir turu sonunda soluğu, enfes kokuların sardığı Mercado de San Miguel’de aldım. Metal mimarisiyle dikkat çeken bu kapalı pazar yeri, ayaküstü lezzetler denemek, farklı tapas çeşitlerini tatmak ve İspanyol şarküteri ürünlerine göz atmak için harika bir durak. Deniz mahsullerinden zeytinlere, peynirlerden enfes İspanyol jambonlarına kadar her şey o kadar çekiciydi ki, denediğimiz tapasların her biri ayrı bir lezzet şöleni yaşattı.

Oturabileceğimiz bir yer arayışıyla yakınlardaki Cava Baja Sokağı’na yöneldik. Yerel halkın akşam yemeği saatine daha vakit olduğundan yer bulmakta zorlanmadık. TragaTapas adlı mekanda neredeyse menüdeki tüm tapas çeşitlerini denedik! Özellikle soslu karides ve kalamarları aklımı başımdan aldı. Kişi başı içecekle (tabii ki Sangria!) birlikte sadece 12 Euro gibi bir fiyata doyasıya yedik. Madrid’de ne yapılır derseniz, kesinlikle bol bol tapas yemelisiniz!

Dönüşte Plaza Mayor’dan geçip tekrar Puerta del Sol’a çıktık. Artık yollar tanıdık gelmeye başlamıştı. Bu kez Montera’dan bir önceki caddeyi kullanarak, alışveriş mağazalarının yoğun olduğu keyifli bir rotadan doğrudan Gran Via’ya bağlandık.

Madrid’in Görkemli Meydanları ve Yeşil Nefes Alanları

Madrid, bana göre gerçek anlamda Meydanları ve Parklarıyla Yaşayan Şehir. Geniş caddeleri, düzenli yapısı ve tarihi dokusunu koruyan binalarıyla ilk anda gönlümü çeldi. Kendi ülkemizde şehir içinde böyle geniş ve nefes aldıran meydanlara hasret kalmış biri olarak, Madrid meydanları benim için ayrı bir çekicilik taşıyor. Tabii yaz döneminin ve uzun gecelerin etkisi de cabası!

Plaza Mayor: Tarihin Canlandığı Büyük Meydan

Etrafı üç katlı, çok balkonlu binalarla çevrili, dikdörtgen biçimindeki bu görkemli meydan, ortasında Kral III. Felipe’ye ait bir heykel barındırıyor. Bir zamanlar kraliyet törenlerine, hatta boğa güreşlerine ve engizisyon yargılamalarına sahne olan Plaza Mayor, günümüzde sokak gösteri sanatçıları, konserler ve yerel festivallerle dolu, hareketli bir turistik merkeze dönüşmüş.

  • Meydanda yer alan ve üzerinde renkli freskler bulunan “Casa de la Panaderia – Fırıncının Evi” binası, geçmişte kraliyet ofisleri olarak kullanılmış, bugün ise Madrid Belediyesi Kültür İşleri Birimi’ne ev sahipliği yapıyor.
  • Çevresi kafelerle dolu bu cıvıl cıvıl meydan, kısa bir mola vermek için ideal. Ancak gece aynı hareketliliği beklemeyin, benim gibi hayal kırıklığına uğramayın!

İspanya klasiği olan, bu şekilde binalarla çevrili dörtgen (Herrerian tarzı) meydanlara Barcelona’daki “Placa Reial” veya Cordoba’daki “Plaza de la Corradera” gibi diğer şehirlerde de sıkça rastlanıyor.

Gran Via: Madrid’in Kalabalık Damarı

1910 yılında 14 sokak ve bir semtin yıkılmasıyla inşa edilen Gran Via, ünlü markaların mağazalarıyla dolu, kentin en işlek caddelerinden biri. Mimari tarzda pek çok etkileyici binaya ev sahipliği yapıyor. Madrid’in ilk gökdeleni Telefonica ve Fransız mimarlar Jules ve Raymond Fevrier’e ait Metropolis binası, bu caddenin ikonik yapılarından sadece ikisi. Cadde üzerinde yer alan Callao metro durağının olduğu meydan, özellikle akşamları canlı konserlere ve etkinliklere sahne olarak Madrid gece hayatının önemli noktalarından biri.

Sanat ve Kültürün Kalbi: Madrid Müzeleri

Sanatseverler için adeta bir “Müzeler Diyarı” olan Madrid’deki ikinci gün programımda, Prado Müzesi ve Reina Sofia Müzesi vardı. Gran Via’dan doğu yönünde ilerleyip Cibeles Meydanı’na vardığımda, Paseo Del Prado’ya dönerek kolayca Prado Müzesi‘ni buldum.

Prado Müzesi: Dünya Sanatının Başyapıtları

Madrid’de görülmesi gereken müzelerin başında gelen ve dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Prado Müzesi, gerçekten de oldukça zengin bir koleksiyona sahip. Kuzey Rönesans sanatının önemli eserlerine ev sahipliği yapmasının yanı sıra, İspanyol resim sanatının dev isimleriyle de buluşma fırsatı sunuyor.

  • Bosch, Rubens, Titian, Raphael, Murillo, Dürer, El Greco, Caravaggio, Ribera, Rembrant, Bruegel gibi değerli sanatçıların eserlerini burada görebilirsiniz.
  • Hollandalı erken Rönesans ressamı Hieronymus Bosch’un en fazla eseri bu müzede yer alıyor.
  • İspanyol ressamlardan “Gerçeğin Ressamı” lakaplı Diego Velázquez’in “Las Meninas – Nedimeler (1656)” adlı eseri, müzenin en değerli parçası kabul ediliyor.
  • Francisco Goya’nın Fransız işgaline karşı halk isyanını anlatan “The Third of May, 1808 – Mayıs’ın Üçü” adlı eseri de mutlaka görülmesi gerekenler arasında.

Reina Sofia Müzesi: Çağdaş Sanatın Nabzı

Reina Sofia Müzesi, fotoğraf, resim, heykel ve grafik gibi karma eserlerin bulunduğu çağdaş sanatlar müzesi. Müzenin 2. ve 4. katlarında sürekli koleksiyonlar sergileniyor. Başta Salvador Dali, Miro ve Picasso olmak üzere İspanya’nın modern dönem sanatçılarının eserleri burada bir araya getirilmiş.

Müzedeki en değerli eser ise şüphesiz Picasso’nun “Guernica”sı. Savaşın acımasızlığını ve insanlık dışı yüzünü betimleyen bu başyapıt, benim için edebiyattaki “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”un resim sanatındaki karşılığı gibi. Diğer eserlerin fotoğraflarını çekmek serbestken, Guernica’nın sergilendiği salonda çekim yapmak yasaktı, bu da eserin önemini bir kez daha vurguluyordu.

(Madrid’in Müzeler Diyarı hakkında daha fazlası için blogumdaki ilgili yazıma göz atabilirsiniz!)

Retiro Park: Şehrin Ortasında Bir Vaha

Reina Sofia Müzesi’nden sonra, Madrid parklarının en büyülü olanı Retiro Park’a gitmek üzere Caudio Moyano Caddesi’nden geçtim. Cadde üzerinde sıralanmış ikinci el kitap tezgahları, beni adeta başka bir zamana ışınladı.

Kraliyet ailesine ait olup 19. yüzyılın sonlarında halka açılan 350 dönümlük Retiro Park, şehrin içinde kendinizi tamamen dışında hissedebileceğiniz muhteşem bir nefes alanı. Güneydeki Angel Caido Kapısı’ndan girip kuzeydeki Independencia Kapısı’ndan çıktığımız bu parkta yaklaşık 3 saat geçirdim. Kitap fuarları, konserler, sergiler gibi pek çok etkinliğe ev sahipliği yapan parkta, çimlerde yayılan, kitap okuyan, bisiklet süren insanları izlemek bile başlı başına bir keyif.

  • Parkta, Alfonso XII Anıtı’nın bulunduğu ve kayıkla gezinti yapılabilen yapay bir gölet bulunuyor.
  • Adım başı bir heykelle karşılaşacağınız bu park, adeta açık hava müzesi gibi.
  • Parkın içinde yer alan Palacio de Cristal (Kristal Saray), geçmişte egzotik bitkiler için bir sera iken, günümüzde çağdaş sanatçıların geçici sergilerine ev sahipliği yapıyor. Benim ziyaretimde Damian Ortega’nın “The Rocket and the Abyss” sergisi vardı.
  • Diğer bir sanat galerisi olan Palacio de Velazquez ise neoklasik tarzda kırmızı tuğla ve çinilerle süslenmiş, günümüzde Reina Sofia Müzesi’nin sergilerine ev sahipliği yapıyor.
  • Parkın içinde ayrıca, 2004 yılındaki tren istasyonu saldırısında hayatını kaybedenler anısına her insan için zeytin veya selvi ağacı dikilerek oluşturulmuş “Anıt Ormanı” da bulunuyor.

Parkın kuzey kapısından çıktığımda kendimi Alcala Kapısı’nın bulunduğu Plaza de la Independencia’da buldum.

Alcala Kapısı ve Cibeles Meydanı: Madrid’in İkonları

III. Carlos döneminde, şehrin doğu giriş kapısı olarak inşa edilen Alcala Kapısı, Roma mimarisindeki zafer taklarına benzeyen neoklasik bir anıt. Calle de Alcala üzerinden Cibeles Meydanı’na yürürken, sokakta dans edip müzik yapan Katalan bir grupla karşılaşmam, Madrid’in sanat dolu ruhunu bir kez daha hissettirdi.

Cibeles Meydanı, adını ortasındaki aslanların çektiği arabada bulunan bereket tanrısı Kibele heykelinden alıyor. Palacio de Cibeles, Banco de Espana gibi görkemli binalarla çevrili bu meydan, özellikle Real Madrid’in zafer kutlamalarına ev sahipliği yapmasıyla da ünlü. Palacio de Cibeles’in etkileyici mimarisi, meydanın tüm ihtişamını tamamlıyor.

Madrid’de Gecelerin ve Pazar Günlerinin Ritmi

Yaz akşamları havanın geç kararması sayesinde günü uzatıp kendimi La Latina semtinin sokaklarına attım. İnişli çıkışlı sokakları, bar, kafe ve restoranların yoğunluğuyla bana İstanbul’u hatırlatan bu semti adeta çok sevdim! Renk cümbüşü içindeki şekerleme dükkanları, her an teyakkuz halindeki seyyar satıcılar… Tüm bu tanıdık detaylar beni gülümsetti. La Latina, Madrid gece hayatını deneyimlemek için harika bir bölge.

El Rastro: Pazar Günü Pazarı

Pazar günleri Calle de Toledo ve çevresindeki sokaklarda kurulan El Rastro, bizim sosyete pazarlarımıza benzer, oldukça geniş bir açık hava pazarı. Antika ve alışveriş meraklıları için cazip bir mekan olabilir. Yelpaze, kastanyet, magnet gibi şehre özgü hediyelik eşyaları uygun fiyata bulabilirsiniz. Pazarın farklı bölgelerinde farklı fiyatlarla karşılaşmak mümkün, bu yüzden biraz keşif yapmak iyi olacaktır. Rahatça gezebilmek için olabildiğince erken gitmenizi tavsiye ederim, zira gün içinde acayip kalabalıklaşıyor.

Kraliyet Görkemi ve Tarihi Katedral: Madrid’in Kalıcı İzleri

Endülüs dönüşü, Madrid gezisimin son gününü Palacio Real’i görmek için ayırdım. Puerta del Sol’dan batı yönünde Calle del Arenal’da yürüyerek, Plaza de Isabel II ve Teatro Real’in yanından saraya ulaşmak çok zor olmadı.

Palacio Real: Avrupa’nın En Büyük Kraliyet Sarayı

1937 yılına kadar İspanya Kralı’nın resmi konutu olan Palacio Real, günümüzde sadece resmi törenlerde kullanılıyor. Zira İspanya’da yönetim parlamenter monarşi ve sembolik yetkileri olan kral, şehir dışındaki Zarzuella Sarayı’nda ikamet ediyor. Dokuzuncu yüzyılda Toledo Kralı’nın savunma amaçlı kurduğu bir kalenin yerinde, Kral V. Felipe’nin isteği üzerine inşa edilen bu neoklasik saray, yaklaşık 3500 odasıyla Avrupa’nın en büyük kraliyet sarayı unvanına sahip. Sarayın içi, dışından bile daha görkemli. Taht odası, kraliyet şapeli, Carlos III ve Carlos IV odaları gibi sınırlı bölümleri gezebiliyorsunuz. Buraya yeterli zaman ayırsaydım, her köşesini keşfetmek isterdim doğrusu!

Palacio Real’i ziyaret etmişken, yakınında bulunan Sabatini Bahçeleri, Campo del Moro Bahçeleri (Arap Bahçeleri) ve Orta Çağ’dan kalma sur kalıntıları olan Muralla Arabe’yi de mutlaka görmelisiniz.

Almudena Katedrali: Yüz Yılı Aşan Bir Hikaye

Palacio Real’in hemen karşısında yükselen Almudena Katedrali, 1883 yılında yapımına başlanmış ve tam 100 yılı aşkın bir sürenin sonunda, 1993’te tamamlanabilmiş. Yapım süreci boyunca ekonomik zorluklar, iç savaş gibi pek çok engele takılmış. Katedralin bulunduğu yerde geçmişte Madrid’in ilk camisi, ardından da Santa Maria de la Almudena’ya adanmış bir kilise bulunuyormuş.

Eklektik bir mimariye sahip olan Katedralin dış cephesi, hemen karşısındaki Saray ile uyumlu olması için neoklasik tarzda yapılmışken, iç mimaride neogotik ve neoromanesk tarzlar kullanılmış. Tavan süslemeleri ve 16. yüzyıldan kalma sunak taşı oldukça etkileyici. 1993’te Papa 2. John Paul tarafından kutsanmış tek İspanyol Katedrali olma özelliğiyle de dikkat çekiyor. Tamamlandığında bile çilesi bitmemiş, resmi olarak halka açılışı ancak 2004 yılında, şimdiki Kral Felipe ile Letizia Ortiz’in evlilik töreniyle gerçekleşmiş. Diğer katedrallerden farklı ve daha modern mimarisiyle gerçekten görülmeye değer.

Atocha Tren İstasyonu: Botanik Bahçeli Bir Durak

Atocha Tren İstasyonu, içinde barındırdığı “Botanik Bahçesi” ile Madrid’in en büyük ve en ilgi çekici tren istasyonlarından biri. Dökme demir, tuğla ve camın ustaca kullanıldığı ilginç mimarisiyle dikkat çekiyor. Endülüs’e giderken ve dönerken yolum bu güzel istasyonla sık sık kesişti.

2004 yılındaki El Kaide saldırısında 191 kişinin hayatını kaybetmesi nedeniyle İspanya’daki tren istasyonlarında sıkı güvenlik önlemleri uygulanıyor. Eşyalarınız X-ray cihazından geçiriliyor, bu yüzden treninizi kaçırmamak için istasyona son anda gelmemenizi öneririm.

Ceren’den Gezi İpuçları: Madrid’de Unutulmaz Bir Deneyim İçin

  • Toplu Taşımayı Akıllıca Kullanın: Madrid’in metro ağı oldukça gelişmiş ve şehri keşfetmenin en pratik yollarından biri. Uzun mesafe yürümek istemediğinizde tekli biletler veya günlük/haftalık kartlar çok işinize yarayacaktır.
  • Tapas Saatlerine Dikkat! İspanyolların yemek saatleri bize göre biraz farklı. Özellikle akşam yemeği için (21:00-22:00 civarı) yerel bir restorana gitmeyi planlıyorsanız, erken saatlerde popüler mekanlarda yer bulmak zor olabilir. Cava Baja gibi tapas sokaklarında daha erken saatlerde de atıştırmalık bulabilirsiniz.
  • Siesta’ya Saygı Duyun: Bazı küçük dükkanlar ve işletmeler öğleden sonra bir süre kapalı olabilir. Özellikle yaz aylarında bu duruma hazırlıklı olun ve alışverişinizi buna göre planlayın. Büyük mağazalar ve turistik yerler genellikle açık kalır.
  • Parklarda Zaman Geçirin: Retiro Park gibi alanlar sadece dinlenmek için değil, aynı zamanda yerel yaşamı gözlemlemek ve Madrid parklarının keyfini çıkarmak için harika fırsatlar sunuyor. Yanınıza bir kitap alıp çimlere uzanın ya da bir bisiklet kiralayarak parkı keşfe çıkın.
  • Flamenko ve Boğa Güreşi Deneyimleri: Gerçek bir İspanyol deneyimi arıyorsanız, flamenko gösterilerine katılın. Boğa güreşleri tartışmalı olsa da, İspanyol kültürünün önemli bir parçasıdır. Gitmeden önce araştırıp kendinize uygun bir deneyim seçebilirsiniz.

Madrid’e Yeniden Gelecek miyim? Kesinlikle!

Benim öznel düşüncem şu ki, Madrid, kafamdaki kent olgusuyla tam anlamıyla örtüşen bir şehir. Hayat meydanlarda, Madrid parklarında, sokaklarda akıyor ve bu enerji anında size de yansıyor. Şehrin ve açık mekanların keyfini sonuna kadar çıkarabilmek için kesinlikle kış döneminde tercih edilmemesini öneririm. Yaz akşamlarının tadı bir başka!

Plaza de Espana, Plaza del Dos Mayo, Plaza de Santa Ana başta olmak üzere Madrid gezilecek yerler arasında daha keşfedilecek çok meydan, mekan ve lezzet var. Sizi ikna edebildim mi bilemiyorum, ama ben başka bir destinasyonla birlikte, özellikle Cervantes’in izini sürmek için Madrid’e yeniden gelmek isterim. Bunun için gerekli ritüelimi yaptım bile: şehrin sembolü “Ayı” heykelinin önünde fotoğraf çektirerek, dönüşümü garantiledim!

Siz Madrid hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha önce ziyaret ettiniz mi, yoksa gitmeyi mi planlıyorsunuz? Yorumlarda benimle paylaşmayı unutmayın!

Merhaba! Ben Ceren Gezgin, dünyayı gezmeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seven biriyim.Soy adım gibi gerçekten gezginim. Çocukluğumdan beri gezmeyi ve keşfetmeyi çok seviyorum. İlk kez 18 yaşında yurt dışına çıktım ve o günden beri farklı ülkeleri gezmeye devam ediyorum.Gezdiğim yerler arasında Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika'dan ülkeler var. Gezdiğim yerleri ziyaret ederken sadece turistik yerleri değil, yerel hayatı da deneyimlemeye çalışıyorum. Yerel halkla tanışıyor, onların kültürlerini ve yaşam tarzlarını öğreniyorum.Gezilerimi ve deneyimlerimi fiyatinedir.net sitesinde paylaşıyorum. Sitede ülke rehberi, şehir rehberi, gezilecek yerler, konaklama, ulaşım ve yeme-içme gibi konularda bilgiler bulabilirsiniz.Dünyayı benimle tanımanızı çok isterim. Farklı kültürleri, farklı yaşam tarzlarını ve farklı güzellikleri keşfetmenize yardımcı olmak istiyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir