Hani bazı şehirler vardır, adım attığınız anda sanki farklı bir zamana, bambaşka bir dünyaya ışınlanmış gibi hissedersiniz. Etrafınızdaki tek gerçeklik, tıpkı sizin gibi şaşkınlıkla etrafa bakan diğer gezginlerdir. İşte Sintra da tam böyle bir yer! Tren istasyonundan indiğiniz an, adeta bir Walt Disney film stüdyosuna ya da doğrudan bir masal kitabının sayfalarına düştüğünüzü sanıyorsunuz.
Dağlarla çevrili, zarif saraylar ve görkemli kalelerle süslenmiş bu kasaba, sanki kraliyet ailesinin oyun alanı gibi düzenlenmiş bir Orta Çağ rüyası. Lizbon‘un dinamik ve canlı atmosferinden sonra, sadece yarım saatlik bir yolculukla ulaşacağınız bu Portekiz harikası, size unutulmaz bir gün yaşatacak. UNESCO Dünya Mirası Listesi‘ndeki bu eşsiz kasabaya mutlaka bir tam gün ayırmanızı öneririm.
Sintra’ya Ulaşım: Masal Diyarına Giden En Kolay Yol
Sintra’ya ulaşım oldukça pratik. Lizbon’un hareketli merkezinden, ister Rossio İstasyonu‘ndan ister Oriente İstasyonu’ndan, yaklaşık 45 dakikalık konforlu bir tren yolculuğuyla doğrudan buraya gelebilirsiniz. Gidiş-dönüş tren bileti sadece 4,30 Euro civarında, gerçekten çok uygun!
Benim size önerim, deneyiminizi zenginleştirecek kombine bir bilet almanız. Ben Rossio İstasyonu’ndan 15 Euro ödeyerek aldığım bu biletle, aynı gün Avrupa’nın en batı noktası Cabo da Roca ve şirin tatil kasabası Cascais‘i de ziyaret etme fırsatı buldum. Bu bilet sayesinde, tüm gün boyunca Sintra içinde ring yapan otobüslere ve Lizbon-Sintra arasındaki trenlere sınırsız binebiliyorsunuz. Rehberli turlarla kıyaslandığında, kendi rotanızı çizmek hem daha uygun fiyatlı hem de daha özgür bir deneyim sunuyor.
- Tren: Lizbon Rossio veya Oriente istasyonlarından 45 dakikada direkt ulaşım.
- Kombine Bilet: Sintra, Cabo da Roca ve Cascais’i aynı gün gezmek için ideal, tüm gün toplu taşıma dahil.
- Sintra İçi Otobüs: Saraylar arası mesafeler için 434 numaralı ring otobüsünü kullanın, yoksa yokuşlu bir yürüyüş sizi bekler!
- Tarihi Tramvay: Farklı bir deneyim isterseniz, Rossio önünden kalkan tarihi tramvaylar da tek yön 2 Euro karşılığında Sintra’ya ulaşıyor.
Sintra’da Neler Gördüm? Zamanın Ötesindeki Duraklar
Tren istasyonuna varır varmaz kendimi bir turizm ofisine attım ve bir Sintra haritası edindim. Çok sayıda saray ve kale var; rotamı doğru çizmek, günü en verimli şekilde değerlendirmek için önemliydi. Benim için öncelik, en yüksek noktadaki o ‘masalsı’ görüntüye sahip Pena Sarayı‘ydı.
Pena Sarayı: Renklerin ve Hayallerin Buluştuğu Yer
İstasyondan kalkan ring otobüsüne atlayarak kasabanın merkezini ve Sintra Ulusal Sarayı‘nı pas geçip doğrudan tepeye tırmandık. Otobüsten indikten sonra sarayın giriş kapısına doğru kısa bir yürüyüş yapmanız gerekiyor. Giriş ücreti 14 Euro. Kapıdan girince hemen sarayı görmüyorsunuz; ağaçlıklı yolda yavaşça tırmanmaya başlıyorsunuz.
Tırmandıkça, Pena Sarayı‘nın renkli silueti göz kamaştırıcı bir şekilde belirmeye başlıyor. Sarayın canlı tonları, turuncuları, morları, sarıları ve kırmızısı adeta sizi içine çağırıyor. 19. yüzyılda Portekiz Kralı Fernando II tarafından eski bir manastırın yerine yazlık saray olarak inşa edilen bu yapı, eklektik mimarisiyle benim gördüğüm en ilginç ve en renkli saraylardan biri.
İçeri adım attığımda, önce Kral Fernando’nun büstü beni karşıladı. Bu sanatkâr ruhlu kralın aslında Portekizli olmadığını, Alman-Avusturya İmparatorluğu’nda doğduğunu öğrendim. Portekiz Kraliçesi Maria II ile evlenerek krallığa yükselen Fernando, ülkesine refah ve istikrar getirirken, kendisi daha çok sanat ve kültürle ilgilenmiş. Saray içinde eski manastır bölümünden geçtikten sonra, Büyük Salon‘a ulaştık. Burada, Osmanlı kıyafetlerini andıran, belki de Kuzey Afrikalı figürlere sahip iki heykel, avizeleri tutuyordu; gerçekten çok etkileyiciydi.
Sarayın diğer yaşam alanları da Kral Fernando II ve Kraliçe Amelia’nın kişisel zevklerini yansıtıyordu. Her köşede ilginç aksesuarlar, cam, seramik, vitray ve porselen koleksiyonları dikkatimi çekti. Hatta bir odada sergilenen Osmanlı Paşası’na ait bir karakalem çalışma bile vardı. Kral Fernando’nun Osmanlı ilgisinin nereden kaynaklandığını merak etmeden duramadım.
Sarayın içini gezdikten sonra arka tarafa çıktım. Burada, rengarenk, daha küçük bir saray daha var. Adeta bir masal şatosundan fırlamış gibi duran merdivenlerinden, her an masal kahramanlarının dans ederek inecekleri izlenimini verdi. Sarayın terasından Sintra‘nın yemyeşil ovalarına ve şehrin büyüleyici manzarasına bakarken, kafeteryada soluklanıp bu masalsı diyarın tadını çıkarmak paha biçilmezdi.
Mağribi Kalesi: Kadim Bir Geçmişin Sessiz Bekçisi
Sintra‘nın yine en yüksek tepelerinden birinde yer alan Mağribi Kalesi‘nin tarihi 9. yüzyıla kadar uzanıyor. Kuzey Afrikalı Müslüman Magribiler tarafından inşa edilen bu kale, Portekiz’in Hristiyanlar tarafından fethinden sonra önemini yitirmiş ve uzun yıllar harabe halinde kalmış. Kral Fernando, kendi döneminde bu kaleyi de restore ettirmiş.
Pana Sarayı’ndan sonra kalenin giriş yerine yürüyerek ulaştım. Giriş ücreti 8 Euro idi. Ancak zamanımı asıl ayırmak istediğim Quinta da Regaleira ve sonrasındaki Cabo da Roca ile Cascais gezileri olduğu için bu kaleye tırmanmayı pas geçtim. Kale kalıntılarını görmek yerine, girişinden ve Quinta da Regaleira‘nın bahçesinden tepedeki panoramik görüntüsünü fotoğraflamakla yetindim. Zaten Pena Sarayı’ndan da bölgenin muhteşem panoramik manzarasını doya doya seyretmiştim.
Quinta da Regaleira: Büyülü Bahçelerin ve Derin Sırların Evi
Pena Sarayı‘ndan sonraki durağım Quinta da Regaleira idi ve burası beni en az Pena kadar büyüledi, hatta belki de daha çok! Sintra merkezinden yürüyerek kolayca ulaşabileceğiniz bu saray, Gotik, Rönesans, Mağribi ve Mısır etkilerini harmanlayan mimarisiyle gerçekten ömrünüzde göreceğiniz en ilginç yerlerden biri.
1904 yılında zengin bir Portekizli tarafından inşa ettirilen bu mülk, 1997’de Sintra yerel yönetimi tarafından sahiplenilip ziyarete açılmış. Giriş ücreti 6 Euro ve kesinlikle her kuruşuna değer. Sarayın içini hızla gezip kendimi hemen bahçelerine attım, çünkü buranın asıl büyüsü bahçelerinde gizli!
Bahçenin her yerinde semboller, Gotik kuleler, tüneller, Masonik ve Tapınak Şövalyeleri’ne dair izler gizli. Ama beni en çok etkileyen, 9 katlı bir İnisiyasyon Kuyusu oldu. Bu kuyu aslında susuz, spiral merdivenlerle yerin altına inen gizemli bir geçit. Kuyunun zemininde Tapınak Şövalyelerinin sembolü olan bir haç yer alıyor.
Bahçenin altı tamamen tünellerle dolu. Karanlık olduğu için çoğu kişinin girmeye cesaret edemediği bir tünelden geçmeye karar verdim. İçimde tarifsiz bir merakla ilerlerken, aniden tünelin sonunda bir ışık belirdi. Gördüğüm manzara kelimenin tam anlamıyla inanılmazdı! Tünelin sonunda, etrafı egzotik bitkilerle çevrili küçük bir göl ve üzerinde taş bir köprü vardı. Kapkaranlık bir tünelden çıkıp suların içinde, ışıl ışıl bir gökyüzüyle karşılaşmak, gerçekten büyülü bir andı.
Ceren’den Sintra Gezi İpuçları
Sintra deneyiminizi en iyi şekilde yaşamanız için size birkaç kişisel tavsiyem var:
- Kombine Biletin Gücünü Kullanın: Eğer Cabo da Roca ve Cascais‘i de görmek isterseniz, Lizbon’dan alacağınız 15 Euro’luk kombine bilet, hem ulaşım maliyetinizi düşürür hem de günü daha verimli geçirmenizi sağlar. İçindeki otobüs biletiyle Sintra’daki tüm saraylara kolayca ulaşırsınız.
- Zamanlamanızı İyi Yapın: Özellikle Pena Sarayı için sabah erken saatlerde yola çıkın. Hem kalabalıktan kaçar hem de günün daha serin saatlerinde gezebilirsiniz. Benim gibi en yükseklere öncelik verip, ardından aşağılara doğru inerek rotanızı çizebilirsiniz.
- Konforlu Ayakkabılar Şart: Sintra‘da çok yürüyeceksiniz ve yokuşlu yollarla karşılaşacaksınız. Rahat bir spor ayakkabı, bu masalsı kasabayı keşfederken en iyi arkadaşınız olacak.
Sintra; tarihi dokusu, yemyeşil doğası, dağlar arasındaki kale ve saraylarıyla gerçekten çok farklı, eşsiz bir yer. Portekiz gezinizde mutlaka uğramanızı, hatta zamanınız varsa bir gece konaklamanızı bile öneririm.
Benim gezimde, Cabo da Roca kesinlikle gitmeye değdi, bir saatlik rüzgarlı manzarası harikaydı. Cascais ise farklı bir tatil kasabası, güneş batışında ulaştığım için hakkını veremedim. Belki de Sintra‘da daha fazla zaman geçirip, Cascais‘te bir gece konaklayarak o şirin kasabayı ertesi gün keşfetmek, daha dengeli bir rota olabilirdi.
Siz de Sintra‘nın büyüsüne kapılmaya hazır mısınız? Bu masalsı diyardaki deneyimlerinizi veya gezi planlarınızı yorumlarda benimle paylaşmayı unutmayın!


 
					 
				 
				 
				 
				 
				