1. Anasayfa
  2. Keşfet

Ürdün Gezi Rehberi: Kayıp Uygarlıkların İzinde, Çölün Kalbinden Kızıldeniz’e Bir Macera

Ürdün Gezi Rehberi: Kayıp Uygarlıkların İzinde, Çölün Kalbinden Kızıldeniz’e Bir Macera
0

Merhaba gezgin dostlar! Bu kez rotamı, Ortadoğu gezisi denince akla gelen ilk duraklardan birine, gizemli ve kadim topraklara sahip Ürdün’e çevirdim. Gitmeden önce, o meşhur Arabistanlı Lawrence filmini izlemiştim. Çölün ortasındaki politik entrikaları ve savaşın acımasızlığını anlatan bu hikaye, içimde hem bir merak uyandırdı hem de bu coğrafyaya gitme konusunda küçük bir endişe yarattı. Ancak endişelenmeme hiç gerek kalmadı! Tüm Ürdün gezi rehberi boyunca güvenlikle ilgili hiçbir sorun yaşamadık; hatta gezimiz boyunca otobüsümüzde seyahat eden turizm polisi sayesinde kendimi çok daha güvende hissettim.

Ürdün, Roma İmparatorluğu’ndan Nebati Krallığı’na, Emevilerden Osmanlı’ya kadar pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış, her köşesinde ayrı bir tarih barındıran eşsiz bir ülke. Şimdi sizleri, bu kayıp uygarlıkların izinde, fotoğraflarla canlandırılmış gibi canlı betimlemelerle dolu, deneyim odaklı bir yolculuğa çıkarmaya hazırım.

Ürdün’ün Kalbine Yolculuk: Antik Kentlerden Çölün Büyüsüne

Yolculuğumuzun ilk durağı, Ürdün’ün canlı başkenti Amman oldu. Bu şehirde modern gökdelenler ile yamaçlara serpiştirilmiş düz damlı sarı evlerin eşsiz bir kontrast oluşturduğunu görmek beni büyüledi. Amman, tıpkı Roma gibi, başlangıçta yedi tepe üzerine kurulmuş; şimdi ise on yedi tepeye yayılmış durumda. Şehrin tepelerinden birinde, Roma döneminden kalma muhteşem bir kale yükseliyor.

Amman: Geçmiş ve Bugünün Buluşma Noktası

Kalenin ayakta kalabilmiş sütunları ve kemerleri arasından Amman‘ın panoramik manzarasını izlerken, adeta zaman içinde yolculuk yaptım. Burada, dev bir Herkül heykelinden geriye sadece parmakları kalmış olması bile, heykelin tüm ihtişamıyla orada olduğunda ne kadar ürkütücü olabileceğini hayal etmeme yetti. Kalenin içinde Roma su sarnıcı, Bizans Kilisesi kalıntıları ve Emevi dönemine ait bir cami kalıntısı da bulunuyor.

Kalenin içindeki arkeoloji müzesi ise tam bir hazine sandığı. Özellikle M.Ö. 63 – M.S. 324 Roma dönemine ait ince cam ürünlerin zarafeti karşısında büyülendim. Bir bölümde sergilenen eski tıbbi aletler ve kafatası üzerindeki delikler ise dönemin tedavi yöntemleri hakkında çarpıcı bilgiler veriyor. En dikkat çekici eserlerden biri ise, bir yol inşaatı sırasında bulunan ve yaklaşık 9.200 yıl öncesine ait olduğu iddia edilen dünyanın en eski insan heykeliydi. Müzeden ayrılırken, tarihle ne kadar iç içe bir coğrafyada olduğumu bir kez daha hissettim.

Amman‘da gün batımını kaleden izledikten sonra, Ceren’den Gezi İpuçları bölümünde de bahsedeceğim gibi, Ortadoğu’da olup da künefe yemeden dönmek olmazdı! Şehrin ara sokaklarından birinde, uzun bir kuyruğun ardından sıcacık peynirli ve kaymaklı künefemizi alıp ayaküstü yerken, Ürdünlü kadınlarla sohbet etmek çok keyifliydi. O anki samimi atmosfer, künefenin lezzetini ikiye katladı.

Ertesi gün, uzun bir çöl yolculuğu bizi bekliyordu. Yolda, bildiğimiz meşhur Yedi Uyurlar (Eshab-ı Kehf) mağaralarından birini ziyaret ettim. Mağaranın bulunduğu tepenin üstünde bir cami var ve buraya girerken kadınlar için pelerin benzeri giysiler veriliyor. Bu tarihi mekanda dualarımızı edip tekrar yola koyulduk.

Çölün Gizemli Şatoları: Qasr Al-Harrana, Kuseyr Amra ve Azrak Kalesi

Çölün ortasında otobüsle ilerlerken, uçsuz bucaksız sarı kumlar ve dikenli bitki örtüsü bir süre sonra ruhumu dinginleştirdi. Bu zorlu coğrafyaya uyum sağlamış tek hayvan olan develer, hem susuzluğa dayanıklı hem de dikenlerle beslenebiliyordu. Geçmişte kervanların dinlenme ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için inşa edilen çöl kaleleri, bir günlük mesafeye denk gelecek şekilde konumlandırılmıştı. Biz üç tanesini ziyaret ettik:

  • Qasr Al-Harrana: Emevi döneminden (M.S. 710) kalma bu yapı, kervansaray ve otel olarak kullanılmış. Volkanik kireç taşı bloklardan yapılmış bu kasır, Irak-Arabistan-Filistin üçgeninin stratejik bir noktasında yer alıyor. Duvarlardaki küçük yarıklar hem gözetleme hem de havalandırma işlevi görüyormuş.
  • Kuseyr Amra: UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi’nde yer alan bu kasır, 8. yüzyılda Emevi Halifesi’nin dinlenmek ve şehirden uzaklaşmak amacıyla yaptırdığı düşünülüyor. Beni en çok etkileyen kısmı, hamam bölümündeki şaşırtıcı erotik resimler oldu! İslam sanatında görmeye alışkın olmadığımız, dansözlerden avcılık sahnelerine, astrolojik sembollerden hayvan tasvirlerine kadar pek çok fresk duvarları süslüyordu. Çölün ortasında böyle bir yapının ve sanatsal ifadenin varlığı beni gerçekten hayrete düşürdü. İnternetten Kuseyr Amra resimlerini kesinlikle incelemenizi öneririm.
  • Azrak Kalesi: Roma döneminden kalma, Osmanlılar tarafından askeri garnizon, Lawrence tarafından ise karargâh olarak kullanılan bu kale, diğer yapılardan farklı olarak koyu renkli bazalt taşlardan inşa edilmiş. İki kanatlı devasa taş kapısının hala çalışıyor olması ve kızgın yağ dökmek için kullanılan delikler, buranın sağlam savunma mekanizmalarına sahip olduğunu gösteriyor. İç avludaki satranç benzeri oyun delikleri ise askerlerin ve halkın vakit geçirdiği anlara tanıklık etmiş.

Çöl yolculuğumuzun devamında, kadim bir Roma şehri olan Jerash‘a ulaştık.

Jerash’ta Bir Roma Masalı: Zaman Tünelinde Bir Gün

Jerash, M.Ö. 100’lü yıllarda yapımına başlanan ve M.S. 200-300’lü yıllarda ticari ve sosyal olarak zirveye ulaşan, dünyanın en iyi korunmuş Roma Antik Kenti’dir. Bir zamanlar Petra‘nın hakimiyetini gölgede bırakan bu şehirde, günümüz modern şehirlerindeki tüm öğeleri görmek mümkün: dükkanlar, hipodrom, kiliseler, tiyatrolar… Ve tüm bunlar, yıkılmış bölümlerine rağmen inanılmaz zarif bir mimari ile birleşiyor.

Roma İmparatoru Hadrianus’un ziyareti anısına yapılan görkemli kapıdan içeri adımımı attığımda, kendimi adeta bir zaman tünelinde buldum. Ana caddede yürürken, taş döşeli yolların her iki yanında sıralanan dükkanların tabanlarındaki rengarenk Madaba mozaikleri hayranlık uyandırıyordu. Sanki biraz dikkat kesilsem, kervanların gürültüsünü, pazarlık seslerini, hatta belki de gizli entrikaları duyabilecekmişim gibi geldi.

Jerash‘ta beni en çok etkileyen yerlerden bazıları şunlardı:

  • Hipodrom: M.S. 220-749 yılları arasında halkın eğlence ve yarışma ihtiyaçları için kullanılmış bu devasa alanda, günümüzde gladyatör gösterileri bile düzenleniyormuş.
  • Oval Plaza: Güney kapısından girilip güney yolunu takip ettiğinizde karşınıza çıkan, çok zarif sütunlarla çevrili ferah bir forum alanı. Burada oturup uzun uzun etrafı izlemek, bana tarifsiz bir dinginlik hissi verdi.
  • Cardo Yolu: M.S. 120-170 yıllarında inşa edilen ve Artemis Tapınağı’na giden bu yaklaşık 800 metrelik yolda yürümek, binlerce yıl önce at arabalarının, kralların ve kölelerin ayak bastığı taşlara dokunmak gibiydi. Yol kenarındaki kanalizasyon delikleri ve yağmur sularını önlemek için tasarlanmış eğimler, Nebati mühendisliğinin ne kadar ileride olduğunu gösteriyordu.
  • Amfi Tiyatro: Yıkık bölümlerine rağmen sahnenin arkasındaki taş oyma duvarların estetiği ve mekanın akustiği inanılmazdı. Burada yerel müzisyenlerin çaldığı Türk ezgileriyle antik kentin ruhu birleşti.

Gezimizin sonunda gün batımı, Jerash antik kentini kızıl ve mor tonlara boyayarak, adeta bir tabloya dönüştürdü.

Salt ve Şehitlik Duygusu

Salt şehri, Osmanlı döneminde Şam Vilayeti’ne bağlı bir idari birimmiş. Modern Amman’ı Kudüs’e bağlayan eski ana yol üzerinde yer alan bu şehir, dar ara sokakları ve tepelerdeki Osmanlı mimarisiyle dikkat çekiyor. Ancak buraya gelişimin en önemli sebeplerinden biri, Salt Türk Şehitliği‘ni ziyaret etmekti.

I. Dünya Savaşı’nda, 24-26 Mart 1918 tarihleri arasında burada İngilizlere karşı savaşırken şehit düşen yaklaşık 300 kahraman Türk askerinin anısına yaptırılan bu şehitlikte, toplu mezarlar bir mağarada bulunuyor. Mağaranın içinde Türk Bayrağı ile örtülmüş sandukayı görmek ve fonda okunan Kuran sesini duymak, tüylerimi diken diken etti. Gözlerim kendi memleketimden şehit var mı diye arandı. Genç yaşta vatan uğruna can veren dedelerimiz için dua ederken, bu şehitliğin yapılmasına katkıda bulunanlara içten bir minnet duydum. Oradan, tarifsiz bir hüzün ve gururla ayrıldım.

Mozaiklerin Başkenti Madaba ve Hz. Musa’nın İzinde Nebo Dağı

Madaba, küçük, modern ve son derece kibar insanların yaşadığı bir şehir. Burası adeta bir mozaik cenneti! Kiliselerin tabelaları bile mozaiklerden yapılmış. Şehirdeki en önemli eserlerden biri, erken dönem Bizans mimarisinin bir örneği olan Aziz George Kilisesi’nin tabanında bulunan meşhur Madaba Haritası. M.S. 6. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen bu harita, Ortadoğu’daki yerleşim yerlerini, kutsal toprakları ve Kudüs’ü ayrıntılı bir şekilde gösteriyor. Bu antik haritanın ne kadar titizlikle restore edildiğini görmek beni çok etkiledi.

Madaba’dan sonra yolumuz, kıvrıla kıvrıla Mount Nebo‘ya, yani Nebi Dağı’na çıktı. Burası, Hz. Musa’nın Sina Çölü’nde kırk yıl dolaştıktan sonra kavmine vaat edilmiş toprakları gösterdiği ve burada ölüp gömüldüğüne inanılan kutsal bir yer. Seyir terasından baktığımda, karşıda İsrail topraklarını görmek, tüm bu kavgaların ve savaşların nedenini düşündürdü. Terasın uç kısmında, Musa’nın asası (yılan) ile haçı birleştiren hoşgörü ve dostluk heykeli, buradaki atmosferle harika bir uyum içindeydi.

Dağın üzerinde, 4. yüzyılda yapılan bir kilisenin yıkıntıları üzerine yeniden inşa edilmiş bir kilise bulunuyor. İçerideki renkli vitray pencerelerin sağladığı yumuşak aydınlatma çok hoştu. Ama asıl ilgi çekici olan, büyük ölçüde korunabilmiş olan yer mozaikleri. Rengarenk taşlarla yapılmış, detaylı figürler ve olay canlandırmaları beni büyüledi. Bu mozaiklerin üzerinde yürümeniz yasak; cam köprüler ve korumalı alanlar aracılığıyla onları yakından inceleyebilirsiniz.

Umm Ar-Rasas: Toprak Altındaki Sırlar

Nebi Dağı’ndan indikten sonra, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Umm Ar-Rasas‘a uğradık. Büyük bölümü hala toprak altında olan bu kent kalıntısında, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntıları ve özellikle de etkileyici mozaik yer döşemelerini görmek harikaydı. Burada çıkışta bulunan mozaik objelerin satıldığı mağazadan, küçük bir duvar panosu almayı ihmal etmedim. Biraz pahalı olsa da, benzerini başka yerde bulamayacağınız bu objeler, güzel birer hatıra oluyor.

Petra: Zamanın Durduğu Yer, Kayıp Uygarlığın Mirası

Ürdün gezi rehberimizin en merakla beklediğim, en heyecan verici kısmı şüphesiz Petra oldu! Gitmeden önce belgesellerini izlemiş, resimlerini görmüştüm ama bu antik kentin atmosferine gerçekten kapıldığımda, kelimenin tam anlamıyla bir “zaman tüneline” girdim. Burada geçirdiğim saatler boyunca hayretler içinde dolaştım.

Petra, M.Ö. 400 – M.S. 106 yılları arasında Nebati Krallığı’nın başkenti olmuş, kayalara oyulmuş eşsiz bir kent. M.S. 400’lü yıllardaki depremler ve ekonomik nedenlerle gözden düşmüş, hatta 1812 yılına kadar unutulmuş. 1985’te UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi’ne giren ve 2007’de Dünyanın Yeni Yedi Harikası’ndan biri seçilen Petra, gerçekten bu unvanı hak ediyor.

The Siq: Gizemli Bir Geçit

Giriş kapısından sonra başlayan yaklaşık 800 metrelik açık alandan geçerek The Siq yoluna ulaştım. Eğer yürümek istemezseniz burada at arabasına binebilirsiniz. Ancak ben her adımı hissederek yürümeyi tercih ettim. The Siq, 1,2 kilometrelik dar yarıklar ve 150 metreyi aşan yüksek kayalıklar arasında ilerleyen büyüleyici bir geçit. Kum taşı kayalıkları, güneş ışığının açısına göre kırmızı, pembe, sarı, lila renklerinde dans ederek beni adeta büyülüyordu. Bir zamanlar gezginler, tüccarlar ve deve kervanları bu dar geçitten geçerek şehre giriyorlarmış. Yolda karşıma çıkan sürmeli gözlü 8-10 yaşlarındaki Bedevi çocuklar, bir şeyler satmaya çalışarak bana eşlik etti.

Bu geçitte Nebati Krallığı‘nın mühendislik dehasını da gözlemledim. Yolun her iki kenarında su kanalları bulunuyor. Nebatiler, yıkıcı su baskınlarını engellemek için karmaşık bir bent sistemi ve tüneller inşa etmişler. Ayrıca, kumtaşı kayalıklarının suyu emmesini engellemek için kanalları seramik ile kaplamışlar. Çölün zorlu koşullarında su yönetiminin ne kadar önemli olduğunu görmek, beni derinden etkiledi. Petra‘yı inşa eden Nebatilerin, aslında Kuzeybatı Arabistan’dan gelen göçebe bir kavim olduğunu ve ticaret yollarını kontrol ederek zenginleştiğini öğrenmek, bu kayıp uygarlığa olan hayranlığımı artırdı.

El Hazne ve Kraliyet Mezarları

The Siq‘in sonunda, kayaların arasından aniden beliren o muhteşem yapı… El Hazne (Hazine)! 39 metre yüksekliğinde ve 25 metre genişliğindeki bu yapı, Roma mimarisinden etkilenen Nebatilerin kızıl kayaları oyarak yıllar süren bir emeğiyle ortaya çıkardığı bir şaheser. Hollywood filmleriyle ünlenen bu yapı, Petra‘nın sembolü haline gelmiş. Önündeki şenlik alanı, turistler, seyyar satıcılar, develer ve Bedevilerle dolup taşıyor. Ne yazık ki, yapının korunması amacıyla son yıllarda içeriye girilmesi yasaklanmış.

El Hazne‘nin ardından vadi, geniş bir çöl havzasına açılıyor ve burada mezarların, anıtların sayısı artıyor. Petra‘nın etkileyici kalıntılarından biri olan Roma Amfi Tiyatrosu, Helenistik mimari tarzında 1. yüzyılda yapılmış ve 7.000 kişiyi ağırlayacak kapasitedeymiş. Tamamen kayaların içine oyulmuş olması beni şaşırttı. Tiyatronun karşısındaki kayalıklarda ise Royal Tombs (Kraliyet Mezarları) olarak adlandırılan, daha büyük ve görkemli beş adet devasa mezar cephesi yükseliyor. Bunlar arasında Bizans kilisesi olarak da kullanılan Urn Tomb ve Roma sarayı görünümündeki Palace Tomb gibi yapılar bulunuyor.

Hazine’den sonra yaklaşık 2 km daha yürüyerek, zaman zaman taş zeminde, zaman zaman çöl kumları üzerinde ilerledim. İki taraftaki kalıntıları inceleyerek yapılan bu zorlu yürüyüş, yolun bitimindeki tesislerde sona erdi. Burada dinlendikten sonra aynı yoldan geri dönmek oldukça yorucuydu. Ama geri dönüş yolunda, kayalıkların renk cümbüşü ve atmosfer, yorgunluğumu unutturdu. Petra‘dan ayrılmadan önce, giriş kapısının yakınındaki müzede, Nebati tanrısı Dushara’ya ait heykelleri ve diğer kazı buluntularını inceleme fırsatım oldu. Nebatilerin sosyal hayatı ve hukuk sistemi hakkında detaylı panolar da mevcuttu. Petra, gerçekten de ayak bastığım en etkileyici arkeolojik sit alanlarından biriydi.

Çölün Kalbinden Kızıldeniz’in Kıyısına: Wadi Rum ve Akabe

Petra‘dan sonraki durağımız, dünyanın en güzel çöllerinden biri olduğu söylenen Wadi Rum, yani Ay Vadisi’ydi. 720 km²’lik bu uçsuz bucaksız kızıl topraklar, gecesiyle de ayrı bir güzelliğe sahip: sonsuz bir karanlık ve gökyüzünde parlayan milyonlarca yıldız… Wadi Rum‘da keçeden yapılma Bedevi çadırlarında veya modern Bubble evlerde konaklamak, yıldızları teleskoplarla izlemek, kesinlikle eşsiz bir deneyim olacaktır. Ürdün çöl safarisi için bu bölge mükemmel bir tercih.

Wadi Rum: Ay Vadisinin Büyüsü ve Çöl Safarisi

Wadi Rum‘da yaptığımız jeep safarisi, çölün acımasız güzelliğini en keyifli şekilde deneyimlememi sağladı. Kum tepeleri üzerinde zıplaya zıplaya ilerlerken, başımı rüzgar ve kumdan korumak için şapka takmam gerekti. Bir kum tepesinin yanında durduğumuzda, çıplak ayakla kuma batarak yürümek, bana sonsuzluğun içinde kaybolmuş gibi bir his verdi. İnce bacaklı, geniş ayaklı develer ise yanımızdan sanki bizimle dalga geçer gibi, hiç zorlanmadan geçip gidiyordu.

Çölün efendileri olan Bedevilerle karşılaşmak da bu gezinin unutulmaz anlarındandı. Kaya arasına kurulmuş siyah kıl çadırlarında bize ikram ettikleri çay ve sattıkları yöresel ürünler, onların sıcak misafirperverliğini hissettirdi. Burası aynı zamanda, I. Dünya Savaşı’nda Lawrence tarafından bombalanan Hicaz Demiryolu‘nun Rum istasyonuna da ev sahipliği yapıyor. Çöl kumları içinde kaybolmuş raylar, birkaç vagon ve üzerinde gururla dalgalanan Türk Bayrağı… Bu demiryolu için dedelerimizin yaptığı bağışları, o dönemin stratejik hamlelerini düşünürken, içimde hem bir sızı hem de bir gurur bir aradaydı.

Akabe ve Ölü Deniz’de Son Durak

Günlerdir çöllerde dolaştıktan sonra, Kızıldeniz’in mavi sularını görmek içimi ferahlattı! Akabe, Ürdün’ün denize açılan tek liman şehri. Hemen yanında İsrail’in Eilat şehri yer alıyor. Sahil boyu cıvıl cıvıldı; yürüyenler, kafelerde oturanlar… Burada cam tabanlı teknelerle denize açılıp Kızıldeniz’in eşsiz sualtı dünyasını keşfetmek de mümkün. Akabe‘ye gelmişken, tarihimizde önemli bir yer tutan Akabe Kalesi’ni de görmek istedik. Ancak tadilat nedeniyle içeri giremedik. Kale kapısının üzerindeki Osmanlı kitabesinin kaldırılıp yerine Ürdün arması konulduğunu görmek beni düşündürdü. Osmanlı döneminde hac yollarının güvenliği için inşa edilen bu kale, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bile ayrıntılı olarak anlatılıyormuş.

Rengarenk bir gün batımında Kızıldeniz’e veda ettikten sonra, gezinin son durağı olan Ölü Deniz‘e yaklaştık. Hava karardığında, Lut’un karısı olduğu düşünülen o meşhur kayayı silüet olarak gördük.

Ölü Deniz (Lut Gölü), dünyanın deniz seviyesinden en alçak gölü. Mineral içeriği ve tuzluluğu o kadar yüksek ki içinde canlı yaşamıyor. Gölün kenarındaki çamurun minerallerinin şifalı olduğu söylendiği için, çamur banyosu yapmak da popüler. Deniz seviyesinin 420 metre altında, plaj şemsiyelerinin altında uzanıp karşıdaki İsrail kıyılarını seyrederken, suyun kayganlığına dikkat ederek suya girdim. Suyun içinde batmak imkansız; adeta suyun üzerinde süzülüyorsunuz! Ben yüzüme çamur sürmekle yetinsem de, grubumuzdaki bazı arkadaşlarım su üzerinde uzanmanın keyfini çıkardı. Buradan ayrılmadan önce Ölü Deniz minerallerinden yapılmış sabun ve kremlerden almayı unutmadım. Dönüşte valizimde sabun kokuları, zihnimde ise bu kadim toprakların eşsiz anıları vardı.

Ceren’den Gezi İpuçları

  • Bütçe Dostu Yemekler: Amman’da ara sokaklardaki yerel künefecileri deneyin. Turistik bölgelerden uzaklaştıkça hem fiyatlar daha uygun hem de yerel halkla daha samimi etkileşimler yaşayabilirsiniz. Aynı şekilde, yerel lokantalarda humus, falafel ve mansaf gibi geleneksel lezzetleri uygun fiyata tadabilirsiniz.
  • Petra İçin Erken Kalkın ve Hazırlıklı Olun: Petra’ya çok erken saatte gitmenizi şiddetle tavsiye ederim. Hem kalabalıktan kaçınır hem de sabah ışıklarında El Hazne’nin büyülü görünümünü yakalayabilirsiniz. Yanınıza mutlaka rahat yürüyüş ayakkabıları, bol su, şapka ve güneş kremi alın. Yürüyüş mesafeleri oldukça uzun ve çöl sıcağı yorucu olabilir.
  • Wadi Rum’da Konaklama Deneyimi: Eğer zamanınız ve bütçeniz varsa, Wadi Rum’da bir gece Bedevi kampında veya Bubble evlerde konaklamak, hayatınızın en unutulmaz deneyimlerinden biri olabilir. Çölün sessizliğinde yıldızları izlemek, gerçekten büyüleyici bir his. Rezervasyonunuzu önceden yapmayı unutmayın.
  • Yerel Halkla İletişim: Ürdün halkı oldukça misafirperver ve yardımsever. Temel Arapça selamlaşmaları öğrenmek (Merhaba: Marhaba, Teşekkürler: Şükran) yerel halkla daha sıcak bağlar kurmanıza yardımcı olacaktır.

Ürdün genç bir devlet olsa da, geçmişinde pek çok medeniyetin ve devletin bıraktığı izleri barındırıyor. Turistik bir gezi yaparken aynı zamanda zamanda bir yolculuk yapmak ve çölün sonsuzluğunu hissetmek isteyenler için ideal bir rota. Benim için bu gezi, sadece yeni yerler görmek değil, aynı zamanda Ortadoğu’yu daha derinden anlamak için önemli bir parçaydı. Nehirle nehir kıyısı arasındaki sınırı kim çizdi? Rüzgarla bulut arasındaki sınırı kim çizdi? Ürdünlü şair Hisram Bustani’nin bu sözleri, coğrafyamızın ve tarihimizin karmaşıklığını ne de güzel özetliyor.

Peki ya siz, Ürdün‘ün hangi köşesini keşfetmek isterdiniz? Yorumlarda benimle paylaşın veya bu muhteşem topraklara bir sonraki gezinizi planlamaya hemen başlayın!

Merhaba! Ben Ceren Gezgin, dünyayı gezmeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seven biriyim.Soy adım gibi gerçekten gezginim. Çocukluğumdan beri gezmeyi ve keşfetmeyi çok seviyorum. İlk kez 18 yaşında yurt dışına çıktım ve o günden beri farklı ülkeleri gezmeye devam ediyorum.Gezdiğim yerler arasında Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika'dan ülkeler var. Gezdiğim yerleri ziyaret ederken sadece turistik yerleri değil, yerel hayatı da deneyimlemeye çalışıyorum. Yerel halkla tanışıyor, onların kültürlerini ve yaşam tarzlarını öğreniyorum.Gezilerimi ve deneyimlerimi fiyatinedir.net sitesinde paylaşıyorum. Sitede ülke rehberi, şehir rehberi, gezilecek yerler, konaklama, ulaşım ve yeme-içme gibi konularda bilgiler bulabilirsiniz.Dünyayı benimle tanımanızı çok isterim. Farklı kültürleri, farklı yaşam tarzlarını ve farklı güzellikleri keşfetmenize yardımcı olmak istiyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir