1. Anasayfa
  2. Keşfet

Londra Gezi Rehberi: Aristokrat ve Demokrat Ruhun Dansı

Londra Gezi Rehberi: Aristokrat ve Demokrat Ruhun Dansı
0

Merhaba sevgili gezgin dostlarım!

Dünyanın en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri olan Londra… Adını duyduğumda bile içimde bir aristokrasi rüzgarı esiyor, bir yandan da modern dünyanın dinamik ritmi kulaklarımda çınlıyor. İşte tam da bu yüzden Londra gezi rehberi yazımı kaleme alırken, bu şehrin “Aristokrat ve Demokrat” ruhunu yansıtan bir başlık seçmek istedim. Siz de benim gibi tarihin, sanatın, estetiğin ve yeniliğin uyumuna hayransanız, bu yemyeşil metropol tam size göre!

Sekiz milyondan fazla insanın yaşadığı bu dev şehir, kalabalığına rağmen İstanbul’un o tatlı kargaşasından uzak, Moskova’nın düzeniyle ve planlı yapısıyla baş döndürüyor. Bir kez İngiltere vizesi alıp Londra’ya adım attınız mı, inanın bana, başka bir şehre kaçmak aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Çünkü Londra gezilecek yerler açısından o kadar zengin, o kadar çeşitli ki, bir şehir için ayırabileceğiniz en uzun süreyi bile burada geçirmek isteyeceksiniz. Her zevke hitap eden, ulaşımı kolay, zengin ve rengarenk bir dünya burası!

Tek bir gezi yazısıyla Londra‘nın tüm detaylarını anlatmak gerçekten güç. Bu yüzden ben de kendi deneyimlerimden yola çıkarak, ulaşım kolaylığı sağlayacak şekilde bölgelere ayırıp, mutlaka görmeniz gereken yerleri sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Hadi, kemerlerinizi bağlayın, çünkü Londra keşfine başlıyoruz!

Londra’nın Kalbine Yolculuk: Ulaşım ve Pratik İpuçları

Londra'nın Kalbine Yolculuk: Ulaşım ve Pratik İpuçları
Londra’nın Kalbine Yolculuk: Ulaşım ve Pratik İpuçları

Londra’ya adım atar atmaz ilk işimiz ne olmalı dersiniz? Tabii ki şehir içi ulaşımı ucuza getirecek bir toplu taşıma kartı edinmek! Benim size gönül rahatlığıyla önerebileceğim iki seçenek var: Oyster Card ve Travel Card.

  • Oyster Card: Bizim kent kartlarımıza benziyor. İçine para yükleyip kullanabileceğiniz bu kart, tek bilet alımına göre %30’a varan indirim sağlıyor.
  • Travel Card: İşte benim favorim! Eğer Londra’da en az 5 gün kalmayı planlıyorsanız, bu kart tam size göre. Otobüsleri, trenleri ve metroyu sınırsızca kullanabiliyorsunuz. Tren istasyonlarından alabileceğiniz bu kart (fotoğrafınız karta yapıştırılıyor), birinci ve ikinci zonlarda geçerli. Zaten turist olarak gezmek isteyeceğiniz tüm yerler bu iki zonun içinde kalıyor. 32 pound civarındaki fiyatının yanı sıra, en büyük avantajlarından biri de ücretli müzelere ve nehir turlarına iki kişi tek biletle girme imkanı sunması. Yani iki kişi geziyorsanız, cebinize çok büyük katkısı olacak!

Londra’nın 14 metro hattı ile dünyanın en geniş metro ağlarından birine sahip olması, ulaşımı ne kadar kolaylaştırdığının kanıtı. Metroda girerken ve çıkarken kartınızı okutmanız yeterli. Ah, bir de o sevimli, kırmızı çift katlı otobüsleri var ki, şehrin ruhunu en iyi yansıtan detaylardan biri. Duraklarda güzergahları yazıyor, kaybolma ihtimaliniz neredeyse yok. Taksi ise, evet, biraz pahalı bir lüks.

Havaalanından Şehir Merkezine Konforlu Geçiş

Peki ya havaalanından şehre nasıl ulaşacağız? Eğer Heathrow Havaalanı‘na indiyseniz şanslısınız, Travel veya Oyster Card’ınızla direkt metro ile merkeze ulaşabilirsiniz. Diğer havalimanları olan Gatwick ve Stansted’den ise önce Victoria Tren İstasyonu‘na gelmeniz gerekiyor. Buradan metro ile şehrin her yerine kolayca dağılabilirsiniz.

  • Otobüs: Yaklaşık 10-11 pound, yolculuk 2 saat 15 dakika sürüyor. Eğer vaktiniz varsa ve şehre giriş manzarasının tadını çıkarmak isterseniz güzel bir seçenek.
  • Tren: Yaklaşık 20-25 pound, ancak Victoria Tren İstasyonu’na sadece 45-50 dakikada ulaşıyor. Bir an önce otelinize yerleşmek ve Londra keşfine başlamak isteyenler için ideal.

Şimdi hazırsak, Londra‘nın en ikonik ve büyüleyici noktalarına doğru yola çıkabiliriz!

Tarihin İzinde Bir Thames Macerası: Kulelerden Katedrallere

Gezimizin ilk bölümü, Thames Nehri‘nin kıyısında, tarihin derinliklerine inen bir başlangıçla dolu. Metroyla Monument durağında inip gezimize başladığımızda, ilk dikkatimi çeken yapı Monument of the Great Fire of London oldu. 13. yüzyılda Londra‘yı kasıp kavuran yangınları gözlemlemek amacıyla yapılmış bu anıtı dışarıdan selamladıktan sonra, kendimizi Tower of London’a doğru inen yolda bulduk.

Yaklaşık 15 dakikalık keyifli bir yürüyüşün ardından sol yanımızda ihtişamıyla yükselen Tower of London, sağ yanımızda ise Thames Nehri’nin sakin akışı bize eşlik ediyordu. Geçmişte hapishane, gözlemevi, işkencehane, hatta darphane olarak kullanılmış bu tarihi yapı, şimdi bir müze olarak kapılarını bize açıyor. Giriş ücreti 25 pound, ancak Travel Card‘ınız varsa, iki kişi için tek biletle içeri girebilirsiniz. Benim gibi tarih kokan bu duvarlar arasında yürürken, sanki yüzyıllar öncesine ışınlanmış gibi hissedeceksiniz.

Kulenin hemen karşı kıyısından ilerleyip Londra’nın o meşhur simgesi, Tower Bridge‘e ulaştık. 1800’lü yıllarda yapımına başlanan ve gösterişli demir yapısıyla Thames Nehri üzerinde adeta süzülen bu köprü, gerçekten büyüleyici. Köprünün ayaklarından yukarı çıkarak, karşıya geçmeden önce Tower Bridge Exhibition Center‘ı ziyaret etmelisiniz. 9 pound olan giriş ücreti yine Travel Card ile iki kişi için tek bilet! 42 metre yükseklikten Thames Nehri ve Londra manzarasını izlerken, cam zeminden aşağıya bakmak, adrenalini sevenler için unutulmaz bir deneyim olacak!

Köprüyü geçip sağa döndüğümüzde ise ilginç mimarisiyle City Hall binası karşılıyor bizi. Belediyeye ait bu yapının önünde Thames kenarına kurulmuş bir seyyar kahveciden aldığımız kahvelerimizi yudumlarken, karşınızda Tower Bridge ve Tower of London‘ı seyretmek, yorgunluğunuzu unutturacak türden bir keyif. Londra’da o kadar çok gezilecek yer var ki, kahve molalarımız bile hep kısa, hep manzaralı oldu!

Yürümeye devam edip önce London Bridge‘i, ardından Southwark Bridge‘i geride bıraktık. Sırada Shakespeare hayranlarının bayılacağı Shakespeare’s Globe Theatre ve modern sanatın kalbi Tate Modern vardı. İkisi de ücretsiz! Özellikle Shakespeare’s Globe’da, yaz aylarında tarihi ve üstü açık sahnede bir oyun izleme şansınız olursa sakın kaçırmayın derim. Tate Modern ise, modern sanatın sınırlarını zorlayan eserleriyle beni her zaman büyüler. Ünlü ressamların eserlerinden, ilginç enstalasyonlara kadar ne ararsanız var. Burayı gerçekten deneyimlemek lazım, anlatmak yetmez!

Tate Modern’in ilgi çekici eserlerini uzun uzun inceledikten sonra, galerinin manzaralı kafesinde bir kahve molası verdik. Nehrin karşı kıyısında tüm haşmetiyle süzülen St. Paul Katedrali ve ona ulaşacağımız meşhur Millennium Köprüsü karşımızda tüm güzelliğiyle duruyordu. 2000 yılında, milenyum anısına yapılan ve sadece yaya trafiğine açık olan bu demir köprüden Katedral’e doğru keyifli bir yürüyüş bizi bekliyordu.

Köprünün altından geçerken, perşembe günleri ikinci el eşyaların satıldığı, her gün ise dünyanın dört bir yanından lezzetleri tadabileceğiniz ünlü Borough Market‘e uğramayı unutmayın! Buranın enerjisi ve çeşitliliği beni her zaman etkiler.

Yılda 2 milyon turistin ziyaret ettiği St. Paul Katedrali‘ne ulaştığımızda, mimarisine hayran kalmamak elde değil. Giriş 18 pound, ancak ayin varsa ücretsiz girebilirsiniz. Bu katedral aslında aynı alana kurulan beşinci dini bina; diğerleri yangınlar ve işgallerden zarar görmüş. Bugünkü hali 1708’de tamamlanmış ve Prens Charles ile Diana’nın evlilik töreni gibi birçok önemli olaya ev sahipliği yapmış.

Katedralin içindeki o aydınlık, ferah ve beyaz atmosfer beni derinden etkiledi. Freskleri ve mozaikleri incelerken, merdivenleri tırmanmaya karar verdim. Önce Fısıltı Galerisi‘ne çıktık. Burada en ufak bir fısıltının bile galerinin diğer ucundan duyulduğunu görmek inanılmaz bir deneyimdi. Ardından yılmayıp Stone Galeri‘ye, hatta daha da devam edip Golden Galeri‘ye ulaştığımızda, Londra‘nın her yönden nefes kesen manzarası karşımızda serildi. Bu manzarayı görmek için o merdivenleri tırmanmaya kesinlikle değer!

Londra’nın İkonik Yüzleri: Saraylar, Parlemento ve Dönme Dolap

Gezimizin ikinci bölümü, Londra’nın en bilindik simgelerini, kraliyetin ve demokrasinin kalbini keşfetmeye ayrıldı. Sabah erken saatlerde metronun Green Park durağında inip, huzurlu Green Park‘ın içinden geçerek saat 11.30’da Buckingham Sarayı‘nda yerimizi aldık. Yazın her gün, kışın ise iki günde bir yapılan nöbet değişimi töreni, turistler için kaçırılmaması gereken bir seremoni! Askerlerin o disiplinli yürüyüşünü ve geleneksel kıyafetlerini izlemek, gerçekten büyüleyici bir deneyim.

Törenin ardından sarayın hemen karşısındaki St. James Park‘a doğru ilerledik. Bu parkın içinden geçerek ulaştığımız büyük meydanda, Kraliçe’nin atlı koruyucularının bulunduğu Horse Guards Parade bizi bekliyordu. Burada atlı polislerle fotoğraf çektirmek, Londra anılarınız arasına harika bir kare ekleyecektir.

Sağdan aşağı doğru yürüyünce, İngiltere Başbakanı’nın ikametgahı olan Downing Street 10 numaranın sokağının başını gördük. Mahremiyet sebebiyle yakınına girilmiyor ama uzaktan da olsa görmek, o tarihi anlara tanıklık etmek gibiydi.

Biraz daha yürüdüğümüzde, evet, karşımızda Londra’nın o meşhur simgesi Big Ben yükseliyordu! 96 metrelik boyu ve 14 km’den duyulabilen çan sesiyle bu saat kulesi, gerçekten etkileyici. Hemen Big Ben’e bitişik olan Parlamento Binası, demokrasinin beşiği İngiltere’de meclisin nasıl işlediğini merak edenler için ziyaret edilebilir bir yer. Ben demokrasiye olan düşkünlüğümle burayı gezmenizi hararetle tavsiye ediyorum.

Hemen arka siluette ise Londra’nın modern yüzü, o devasa dönme dolap London Eye beliriyordu. Londra’nın tam ortasında yer alan bu yapı, açık havalarda 40 km’ye kadar görüş mesafesi sunan 32 cam kapsülüyle, şehri her yönden izleme fırsatı veriyor. 30 dakikalık bir yolculuk ve 22.50 poundluk bir fiyata sahip olsa da, uzun kuyruklara rağmen Londra’da yapılması gereken ilk on aktivite arasında yerini alıyor. Özellikle güneş batarken binerseniz, ufuk çizgisinde kaybolan güneşin şehre vuran kızıl tonlarıyla birleşen manzarası sizi büyüleyecek!

Meydanın hemen sol tarafında ise St. Margaret Church ve Westminster Abbey‘i görüyoruz. St. Margaret Church ücretsiz olsa da, Westminster Abbey Kraliyet ailesinin törenlerinin yapıldığı, İngiltere tarihinde çok önemli bir kilise. Darwin, Newton gibi birçok ünlü ismin mezarının da burada yer alması, burayı tarih ve bilim tutkunları için de çekici kılıyor. Burası ücretli ama her kuruşuna değer!

Müzeler, Saraylar ve Londra’nın Yeşil Akciğerleri: Kensington Bölgesi

Gezimizin üçüncü bölümünü, kendimi adeta bilginin ve sanatın derinliklerinde kaybolduğum müzelere ve ardından Londra’nın yeşil kaçış noktalarına ayırdım. Metroyla South Kensington durağında indiğinizde, sadece 80-100 metrelik kısa yürüyüşlerle üç dev müzeye ulaşabilirsiniz:

  1. Science Museum: Bilim meraklıları için harika bir yer. Tam olarak anlayabilmek için iyi bir İngilizce bilgisi şart.
  2. Natural History Museum: Dünyanın oluşumundan hayvanlar alemine, insanlardan uzaya kadar akıl almaz bir bilgi hazinesi. Her yaş grubundan ziyaretçiyi büyüleyecek bir atmosfere sahip.
  3. Victoria & Albert Museum (V&A): Bence aralarındaki en ilginci! Heykeller, takılar, ev eşyaları… Sanatın ve tasarımın binbir halini bir arada görebilirsiniz. Otantik kafesi de oturup soluklanmak için harika bir nokta.

Bu müzelerin yakınlarında ünlü Imperial College‘ın birçok binasını da görebilirsiniz. Yaklaşık 800 metrelik bir yürüyüşle yukarı doğru ilerlediğimizde ise kendimizi Kensington Sarayı ve Kensington Bahçeleri‘nin masalsı atmosferinde bulduk. Sarayı ziyaret ücreti 15 pound. Ardından İngiltere’nin önemli gösteri merkezlerinden Royal Albert Hall‘u gördük ve yakınlardaki Royal Park‘ın, özellikle de Kraliçe Elizabeth’in bahçesinin, ne kadar güzel olduğuna şahit olduk. Burası, şehrin koşturmacasından uzaklaşıp doğayla iç içe olmak için ideal.

Londra’nın Kalbi, Alışveriş Cenneti ve Masalsı Notting Hill

Gezimizin dördüncü durağı, Londra’nın kalbi sayılan Hyde Park, ardından da alışverişin ve filmlerden fırlamış sokakların büyüsüyle dopdolu bir keşif. Metroyla Hyde Park Corner durağında inip, görkemli Wellington Arch’tan Hyde Park‘a girdik. Dünyaca ünlü bu park, aynı zamanda “Speaker’s Corner” ile tanınıyor; burada herkes özgürce konuşma yapabilir!

Şehrin ortasında böylesine devasa bir yeşil alanda uzun yürüyüşler yapmak ve ardından çimlere uzanıp mola vermek paha biçilemez bir keyif. Parkın içinde göller, yürüyüş alanları, Prenses Diana Anma Noktası ve hatta Kensington Garden ile Kensington Sarayı‘nın bir kısmı yer alıyor. Peter Pan Heykeli’ni de bu parkın içinde, güzel bir bahçede keşfedebilirsiniz.

Hyde Park Corner’a geri dönüp aşağı doğru yürüdüğümüzde, kendimizi Oxford Caddesi ve Bond Caddesi‘nin ışıltılı dünyasında bulduk. Oxford Caddesi, sayısız ünlü markanın mağazasına ev sahipliği yapıyor. Tarihi binalar, hoş mimari ve hafta sonları oluşan o tatlı kalabalık, bu caddeye ayrı bir hava katıyor. İngiltere’nin en ünlü iki mağazası olan Harrods ve Selfridges de burada sizi bekliyor. Özellikle Harrods’ın gösterişli tarihi binası, daha içeri girmeden sizi etkisi altına alıyor. Fiyatlar yüksek olsa da, içeri girip o lüks atmosferi solumak ve hatta Diana ile sevgilisinin anısına ayrılmış köşeyi görmek, bir Londra deneyimi için şart!

Alışverişin büyüsünden sonra metroya binip Notting Hill durağında indik. Dar sokakları, rengarenk evleri ve meşhur filmiyle akıllara kazınan bu semt, adeta bir masal diyarı. Eğer ziyaretinizi cumartesi gününe denk getirirseniz, 13. yüzyıldan kalma meşhur Portobello Road Market‘i gezme şansınız olur. Geniş bir alana yayılmış bu pazarda, ikinci el eşyalardan mutfak gereçlerine, hediyelik eşyalardan antikalara kadar her şeyi bulabilirsiniz. Ünlü bir pazar olduğu için çok ucuz objeler bulamayabilirsiniz ama o eşsiz atmosferi deneyimlemek bile yeter!

Londra’nın Kültürel Mirası ve Eğlence Merkezleri

Ve geldik Londra’nın olmazsa olmazlarına ev sahipliği yapan son bölümümüze! Metroyla Holborn veya Tottenham Court Road durağında inerek, sadece 200 metre sonra dünyanın en değerli eserlerini barındıran British Museum‘a ulaştık. Burası, dünyanın dört bir yanından toplanmış, bazen tartışmalı olsa da, inanılmaz bir kültürel mirasın sergilendiği bir yer. Müzede dilediğiniz salonları seçerek gezebilirsiniz.

Ancak benim için en etkileyici olan, Bodrum Mousolos Anıt Mezarı‘nın British Museum’da sergilenen parçalarıydı. Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç’ın müze müdürüne yazdığı, bu eserlerin Bodrum’un mavi göğü altına daha çok yakışacağını belirten o meşhur mektubu ve müdürün “İsteğiniz üzerine salonun duvarlarını Ege mavisine boyadık” şeklindeki cevabı aklımdan hiç çıkmıyor. Bu dünya harikası mozolenin bulunduğu, müzenin tek maviye boyalı salonunu mutlaka ziyaret edin! Yine Fethiye Ksantos’tan kaçırılan büyük bir anıt mezar da burada görülebilir. Tabii ki Mısır, Asur, Aztek, Çin, Yunan ve Roma uygarlıklarından seçilmiş sayısız parça da sizi bekliyor.

Müzeden çıkıp yaklaşık 800 metrelik bir yürüyüşle, görkemli mimarisiyle Royal Courts of Justice‘e ulaştık. Binayı dışarıdan görmek bile o tarihi dokuyu hissettiriyor. Yine bu bölgede, Holborn’da, meşhur London School of Economics’in önünden yürüdük.

Buradan metro veya otobüsle durağı aynı isimde olan Covent Garden‘a geçtik. Burası Londra’nın en güzel bölgelerinden biri! Sokak gösterileri, Apple Market çarşısı ve birçok yiyecek alternatifi ile capcanlı bir yer. Covent Garden’da bir süre vakit geçirdikten sonra, yakınlardaki turistik meydan Leicester Square‘den geçip, aslan heykelleri ve havuzuyla ünlü Trafalgar Square‘e ulaştık. National Gallery Müzesi‘nin de yer aldığı bu meydan, gösterilere, yılbaşı partilerine ev sahipliği yapan, her zaman hareketli ve ziyaretçisi bol önemli bir nokta.

Biraz daha yürüdüğümüzde, özellikle geceleri New York’taki Times Square’i andıran ışıltısıyla Piccadilly Circus‘a vardık. Buradaki devasa reklam panoları ve insanların enerjisi beni her zaman büyüler. Buradan yukarı doğru yürüdüğünüzde ise, hareketli gece hayatının kalbi Soho ve hemen yanı başındaki egzotik atmosferiyle Çin Mahallesi‘ni (Chinatown) keşfedebilirsiniz. Özellikle bu son bahsettiğim üç bölgeyi gece ve hafta sonları gezmenizi şiddetle tavsiye ediyorum, enerjileri bambaşka!

Londra’nın Alternatif Yüzü: Camden Town ve Doğa Kaçamakları

Gezimizin altıncı ve son bölümünde, Londra’nın en ilginç ve bohem semtlerinden biri olan Camden Town‘a doğru yola çıktık. Aynı isimli metro durağında inerek, sağlı sollu birçok hediyelik eşya, giyim kuşam satan caddenin sonunda kendimizi Camden Lock Market alanında bulduk. Girişindeki at heykelleri, eski eşya pazarı ve dünyanın dört bir yanından lezzetleri tadabileceğiniz yemek standlarıyla burası adeta bir festival alanı. Buranın enerjisi, farklılığı ve otantik atmosferi beni her zaman büyüler.

Marketin ilerisinde ise sakin Regent Canal‘a ulaşıyorsunuz. Bu kanalın ilerisinde, hem hayvanat bahçesi olan London Zoo‘nun hem de geniş yeşil alanlarıyla huzur veren Regent’s Park‘ın yer aldığı kocaman bir alan var. Şehrin kalabalığından biraz olsun uzaklaşıp doğayla iç içe olmak isterseniz, burası harika bir kaçış noktası.

Ceren’den Gezi İpuçları: Londra’da Akıllı Gezgin Olmak!

Sevgili okuyucularım, Londra gezinizi daha keyifli ve ekonomik hale getirecek birkaç kişisel tavsiyem var:

  1. Ulaşım: Travel Card Hayat Kurtarır! Eğer iki kişi geziyor ve en az 5 gün kalıyorsanız, Travel Card mutlaka alınmalı. Ücretsiz toplu taşıma avantajının yanı sıra, birçok ücretli müze ve aktiviteye “iki kişi bir bilet” kampanyasıyla girerek bütçenizi önemli ölçüde koruyabilirsiniz. Gitmeden önce bu kampanyaları kontrol etmeyi unutmayın!
  2. Müze Gezileri İçin Akıllıca Planlama: Londra’daki birçok müze (British Museum, Tate Modern, National Gallery vb.) ücretsiz. Ücretli olanlara (Tower of London, Westminster Abbey gibi) gitmek için Travel Card’ınızın sağladığı 2-for-1 avantajını mutlaka kullanın. Böylece sanata ve tarihe doyarken cebinizi de düşünebilirsiniz.
  3. Bütçe Dostu Lezzet Molaları: İngiliz mutfağı dünyada çok ünlü olmasa da, Londra uluslararası lezzetlerle dolu. Öğle yemeği için marketlerden alabileceğiniz 5 poundluk sandviçler veya Borough Market gibi yerlerdeki uygun fiyatlı sokak lezzetleri karnınızı doyurmak için harika seçenekler. Akşam yemeği içinse, Çin Mahallesi veya Soho’daki restoranlarda ortalama 15-20 pound civarında bir yemek yiyebilirsiniz.
  4. En İyi Manzara Deneyimleri İçin Zamanlama: London Eye‘a gün batımına yakın saatlerde binmek, şehrin silüetini muhteşem renklerle görmek için harika bir fikir. St. Paul Katedrali‘nin Golden Galeri’sinden ise, o merdivenleri tırmanma yorgunluğunu unutturacak nefes kesici bir Londra manzarası sizi bekliyor!
  5. Notting Hill ve Camden Town’a Özel Zamanlama: Notting Hill‘deki Portobello Road Market‘i tam deneyimlemek için cumartesi gününü, Camden Town Market‘in tüm enerjisini hissetmek içinse hafta sonunu tercih edin. Bu pazarlar, şehre özgü hediyelikler ve ikinci el hazineler bulmak için ideal!

Yeme İçme ve Gece Hayatı: Londra’nın Tadı Damaklarda

Londra’nın sunduğu lezzetler ve gece hayatı da tıpkı kültürü gibi çok çeşitli. Big Ben ve London Eye çevresi her ne kadar şehrin merkezi ve ışıl ışıl olsa da, akşamları zaman geçirmek için çok hareketli sayılmaz. Buna karşın, Çin Mahallesi (Chinatown), Soho ve Piccadilly Circus bölgeleri tam anlamıyla ışıl ışıl, hareketli, canlı ve kalabalık! Sayısız restoran ve bar bu bölgelerde yoğunlaşıyor. Benim gibi yeni lezzetler denemeyi seven biriyseniz, burada dünyanın her köşesinden mutfakları bulabilirsiniz. Klasik bir İngiliz deneyimi için elbette fish and chips denemeyi ihmal etmeyin!

“Londra Gezi Rehberi: Aristokrat ve Demokrat Ruhun Dansı” gibi diğer içeriklerimiz için keşfet kategorimize göz atabilirsiniz.

Son Söz: Londra Hep Hatırlanacak!

Londra’yı mutlaka görün, gezin dememize aslında gerek yok. Zira burası, gezilecek şehirler listesinin en üst sıralarında yer almayı hak eden bir dünya başkenti. Bu yazımda, ilk kez Londra’ya gidecekler için mutlaka görülmesi gereken yerleri kısaca ve samimiyetle anlatmaya çalıştım. Ama inanın bana, Londra tekrar tekrar, kültür, sanat, tarih ve macera için gezilecek bir şehir. O kırmızı otobüsleri, kırmızı telefon kulübeleri ve tabii ki Big Ben’i… Dönerken alacağınız magnetler, anahtarlıklar, bardaklar ve diğer hediyelik eşyalarla bu simgeler ve Londra, anılarınızda hep yaşayacak.

Peki ya siz? Daha önce Londra’yı ziyaret ettiniz mi? En sevdiğiniz köşesi neresiydi? Yoksa ilk kez mi gideceksiniz? Yorumlarınızı ve sorularınızı merakla bekliyorum! Unutmayın, her yeni yorum, yeni bir maceranın kapısını aralar!

İlginizi çekebilecek diğer içeriklerimiz:

Japonya’da Çocuk Olmak: Shichi-go-san ve Geleneksel Sağlıklı Yaşam Töreni

Adana Sinema Müzesi: Yeşilçam’ın Kalbine Zaman Yolculuğu Yapmaya Hazır Mısınız?

Shirakawa-Go: Japonya’nın Kalbindeki Masalsı UNESCO Dünya Mirası Köyü

Merhaba! Ben Ceren Gezgin, dünyayı gezmeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seven biriyim.Soy adım gibi gerçekten gezginim. Çocukluğumdan beri gezmeyi ve keşfetmeyi çok seviyorum. İlk kez 18 yaşında yurt dışına çıktım ve o günden beri farklı ülkeleri gezmeye devam ediyorum.Gezdiğim yerler arasında Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika'dan ülkeler var. Gezdiğim yerleri ziyaret ederken sadece turistik yerleri değil, yerel hayatı da deneyimlemeye çalışıyorum. Yerel halkla tanışıyor, onların kültürlerini ve yaşam tarzlarını öğreniyorum.Gezilerimi ve deneyimlerimi fiyatinedir.net sitesinde paylaşıyorum. Sitede ülke rehberi, şehir rehberi, gezilecek yerler, konaklama, ulaşım ve yeme-içme gibi konularda bilgiler bulabilirsiniz.Dünyayı benimle tanımanızı çok isterim. Farklı kültürleri, farklı yaşam tarzlarını ve farklı güzellikleri keşfetmenize yardımcı olmak istiyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir